Sivri yazılar

Hidayet nedir? Hangi toplumlar daha fazla hidayet üzerindeler?

Hidayet, doğru yola girmek demektir. Sırat-ı müstakim ise doğru yol demektir. Hidayet kısaca insanın doğruyu ve yanlışı ayırt etmesi ve doğruları tercih ederek yaşaması demektir. Örneğin hırsızlık edebilecekken etmemek, yalan söyleyebilecekken söylememek, aldatabilecekken aldatmamak, masum birine zarar verebilecekken vermemek demektir.

İnsanlar doğruları tercih ettikçe içinde yaşanılan toplum yaşanılası bir topluma dönüşür. Bunun tam tersine insanların hidayeti değil de dalaleti tercih etmeleri toplumu yaşanamaz yapar. Dalalet doğru yoldan sapmak demektir. Doğruları tercih etmemek demektir. Asfaltta giden bir arabanın yoldan çıktığında onu nasıl tehlikelerin beklediğini kestirmek kolay olmadığı gibi dalalete sapan insanların da ömrünü nasıl berbat bir şekilde sonlandıracağını tahmin etmek kolay değildir.

Örneğin hırsızlıklara, yolsuzluklara, zulümlere, çıkar için yalakalıklara, yalanlara sapan insanların sapkınlıkları ölçüsünde sonları pek hayır ile bitmez. Çünkü toplumda oluşturdukları kaos ve girdap mutlaka onları bir gün içine çekip kötü bir akıbete uğramasına yol açacaktır.

İlgili Makaleler

hidayet nedir

Her nefis doğruyu ve yanlışı ayırt edebilir

Allah insanların içine doğruyu ve yanlışı ayıracak bir kabiliyet vermiştir. Zaten bununla insanlar imtihan edilir.

Şems 7-8: Nefse ve onu şekillendirene, sonra da ona kötülüğü ve korunmayı ilham edene…

Yollarını kaybeden insanlar nereye çıkacaklarını göremezler. Doğru yolda, asfalt yolda giden bir arabanın nereye çıkacağı bellidir ve beklenmedik bir sürpriz olmazsa hedefine varır fakat yolu kısaltmak için yoldan çıkanlar yolu aydınlatan ışıktan da mahrum kalırlar. Karanlık ve belirsizlik içinde kalırlar. Bazen yollarını o kadar kaybederler ki eski hayatına bir daha dönemezler. Yani yola geri girmeleri, hayatlarını tekrar düzene sokmaları neredeyse imkânsız hal alır. İşte yoldan sapan insanın içine düştüğü bu karanlık haline Kuran “Zulmet” der. Zulmet karanlık demektir. En önemli özelliği ENDİŞE oluşturmasıdır. Karanlık eşittir endişe diyebilirsiniz.

İslam karanlıklardan kurtarır

Bu yüzden yoldan çıkmış toplumlarda belirsizlik yani karanlık hâkimdir. Davranışlarınızın sonuçları belirsizdir. Hangi davranışınızın size fatura edileceği belli değildir. Tam aksine yolda ve hidayet üzere olan toplumlarda mutluluk vardır, belirliliğin aydınlığı vardır. Önünüzü görebilirsiniz, hangi davranışınızın ne gibi bir sonucu olacağını kestirebilirsiniz.

İslam, insanları karanlıklardan (zulmetten) aydınlığa çıkarmak için gelmiştir.

Bakara 257: Allah iman edenlerin velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.

İbrahim 5: Andolsun Musa’yı: “Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat” diye ayetlerimizle göndermiştik.

Fakat eğer Müslüman bir toplum mutsuzluk ve karanlıklar içinde ise o toplum yoldan sapmıştır. Eğer Müslüman olmayan bir toplum mutlu ve aydınlık içinde yaşıyorsa o toplum fıtratlarındaki doğruyu ve yanlışı ayırt etme özelliğini iyi kullanmış ve doğru yola girmiş demektir. Allah’ın istediği toplum böyle bir mutluluk ve barış toplumudur. İslam’ın kelime anlamı da Selam, Selamet, Barış demektir. İslam insanları doğru yola koymak ve mutlu etmek için gelmiştir. Fakat Müslüman olmayan toplum daha mutlu ise o toplum daha fazla hidayet (doğru yol) üzeredir. Mutsuz olan Müslüman toplum ise yoldan sapmış ve dalalet üzeredir.

Müslüman toplumu dalalete sürükleyen etkenler çeşitlidir. Yanlış geleneklerin ağır baskısı, toplumsal yozlaşmayı sağlayan toplumsal şartlanmışlıklar (rüşveti, yalanı, kolay yoldan zengin olmayı meşru görme, bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı vb.) bunlardan bazılarıdır. Bazı Müslüman toplumlarda ise kraldan çok kralcı kesilen Din anarşistleri türerler. Toplum bunlara müsamaha gösterdikçe güçlenip İslam’ı zorlaştırdıkça zorlaştırırlar. Kendilerinden uydurdukları veya önceden uydurulmuş kuralları İslam diye empoze ederler. Şartları hep zorlaştırıcı olarak yorumlarlar. Kolay yaşamayı dinden sapma ve takva dışı bir eylem olarak lanse edip toplum üzerinde baskı oluştururlar. Bu insanların hâkim oldukları Müslüman toplumlar da yoldan sapar ve belirsizlik ve öngörülemezlik karanlıklarına yelken açarlar. Bu toplumlarda yaşayan insanlar Allah’ın istediğinin aksine mutsuz olurlar. Çünkü kendi elleriyle bozdukları yanlış bir din anlayışı onları gerçek dinin ruhundan koparmış ve yolun dışına itmiştir.

Tanrı’dan kopma karanlığı

Belirsizlik karanlığının bir yönü de inançsız toplumlarda ortaya çıkar. Bir toplum maddi olarak çok refah içinde olsa bile eğer Tanrı’sından kopuk yaşıyorlarsa onlar da gelecek adına bir belirsizlik karanlığı içinde yaşıyorlardır. Çünkü kısa ve gamlı bir hayata insan razı olamıyor, ölmek istemiyor, mutlu ve bitmek bilmeyen bir hayat istiyor. Oysa ömrü çok kısa ve yakında tüm sevdiklerinden acı bir şekilde ayrılacak. Bu kadar güzel düşünebilen ve çok işler başarabilen bir yaratığın çok kısa bir hayata gözünü açması çok saçma geliyor. Bu Dünya’nın yaratıklarıyla bu kadar güzel bir yere dönüşmesi çok manasız oluyor. Bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Kendi kendine oluşamayacak kadar üstün inşa edilmiş bu yaratığın bir an için hayatı tadıp sonra tekrar yıldız tozuna dönüşmesiyle kaderinin sonlanması bu hayat gerçekliğini açıklayamıyor.

İşte bu karanlığın getirdiği gam ve endişeyi hafifletmek için inançsız kişiler kendilerini eğlence ve sarhoşluk veya bir hedefe odaklanıp yoğun çalışmak gibi aklı örten ve geleceği düşünmelerini engelleyen geçici yöntemlere başvurmak zorundadırlar. Bütün hayatını bu kısa Dünya hayatı ile sınırlı bildiğinden dolayı bencil de olmaya yatkındırlar. Bu tür toplumlarda yardımlaşma duygusu kaybolmuş ve her koyun kendi bacağından asılır duygusu gelişmiştir. Düşene yardım pek edilmez. Mutlu olanlar eğlence ve sarhoşluğa sığındığı müddetçe çok mutlu, mutsuzu ise intihar istatistiklerini yükseltecek kadar mutsuzluğun girdabına doğru çekilir.

Peki çözüm nedir?

Çözüm Yaratıcımızın istediği hayatı bireysel olarak yaşamak ve vicdanımıza doğru gelen işleri yapmaktır. Yerde bir cüzdan bulduysan nefsin o cüzdanı kendine almanı ister ama vicdanın bu işin doğrusunun cüzdanı sahibine teslim etmek olduğunu söyler. İşte bu şekilde hayatımızı vicdanımızın tertemiz kalacağı, rahat edeceği şekilde yaşamalıyız. Diğer insanlara da bunu teşvik ettirmeliyiz. Kötülük gördüğümüz zaman en güzel şekilde tepki vermeliyiz. Örneğin yetkili makamlara bildirmeyi ihmal etmemek gibi, zalimi bizden olduğu için alkışlamayı kesmek gibi…

İşte İslam’ın geliş amacı bunlardır. Allah’ın ibadet istemesi bile bizim Onu sürekli hatırlayıp yolun dışına çıkmamamız ve yolun sınırları içinde yaşayabilmemiz içindir. İslam ne erkeği ne kadını, ne tüccarı ne fakiri mutsuz etmek için değil, aksine herkesi mutlu etmek için gelmiştir. İslam’ın gerçek emirleri, gerçek ruhu tüm insanları mutlu edebilecek vicdani esaslar içerir. Fakat İslam önce kraldan çok kralcıların ve yanlış din anlayışlarını dayatıp toplumu mutsuz edenlerin tekelinden çıkmalı ve yanlış yorumlanan tarihsel olgular doğru düzgün anlaşılmalıdır. Bu şekilde İslam’ın emri gereği  toplumumuzu kendimize mutluluk kaynağı etmeliyiz. En azından bizden sonraki nesillerin daha mutlu, daha İslam ve mutluluk dolu, yanlış din anlayışlarından sıyrılmış, yaratıcısı ile münasebetini doğru anlayan, adalet dolu, yardımlaşma dolu, ahlak ve erdem dolu, mutluluk dolu bir toplumda yaşayabilmesi için hepimiz bu binaya birer kerpiç koymalıyız.

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner

Kurtuluş Berzan

Yazar 1979 doğumludur. Palandöken dağının eteklerinde yaşamaktadır. 20 yıldır dini ve bilimsel kitaplar okumaktadır. 2018 yılının başından beri öğrendiklerini, çözümlemelerini ve yeni araştırmalarını bu sitede yayınlamaktadır. Doktora derecesine sahiptir. Yazılarımızdan alıntı yapma kuralları için tıklayınız.
Başa dön tuşu