Evrim

366# Yaratılış teorisi mi evrim teorisi mi? Seçim yapmak zorunda mıyız?

Bir önceki yazımızda “Kuran evrimi yalanlıyor mu” konusunu işlemiştik. O yazımızda kısaca evrim teorisinin gerçek olup olmamasının Kuran ve İslam ile bir sorun teşkil etmediğini çünkü Hz. Âdem’in yaratılışının bir mucize olduğunu anlatmıştık. Allah Hz İsa’yı nasıl mucize ile yaratmışsa Âdem a.s.’ı da mucize ile yarattığını söylüyor ve mucizeler doğanın normal akış kurallarının dışında gerçekleşen olaylardır. Bu yazıda ise Hz Âdem’in ve dolayısıyla modern insanlığın mucize ile yaratılmasını evrim teorisi açısından değerlendireceğiz. Evrim teorisi ne der ve Âdem’in mucize ile yaratılıp yaratılmadığı hakkında bir verisi var mıdır, Âdem’in yaratılışı teorisi evrimsel teorilerle çürütülmüş müdür veya bu mümkün müdür konularını işleyeceğiz. Bu yazı serisinin ilkini okumadan lütfen bu yazıyı okumayınız. İlk yazı: 365# Kuran evrimi yalanlıyor mu?

Önce evrim teorisi ne diyor onu herkesin anlayabileceği sadelikle anlatalım ki sonra da evrim teorisinin Hz Âdem’in mucize ile yaratılmasını imkansız kılıp kılmadığına bakalım.

Evrim teorisi nedir?

Bildiğimiz gibi insan ve diğer biyolojik canlılar hücrelerden oluşur. Hücrelerin içinde çekirdek vardır. Çekirdeğin içinde ise tüm özelliklerimizi belirleyen yaratılış kitabımız olan DNA’mız vardır. DNA’mız dört değişik harfin arka arkaya dizilmesi ile oluşur. Hücredeki görevli organeller bu dizilime göre binlerce değişik proteinler yaparlar. Bu proteinlerimiz ise bizi biz yapar. Kısaca her özelliğimiz DNA’mızda kayıtlıdır.

Bugün DNA dizileri laboratuvarlarda kolayca okunabilmektedir. DNA dizileri okunabildiği için babalık testleri yapılabilmekte veya suçlunun bıraktığı saç telinden onun DNA dizilimi belirlenerek suçlunun kim olduğu belirlenebilmektedir. Bunlar DNA dizilimi tespitinin adli tıptaki kullanım alanlarıdır.

Bilim insanları bu DNA dizilimin zaman zaman değiştiğini laboratuvarda gözlemliyorlar. Örneğin bir gende bir milyon dizi varken bunlardan biri veya ikisi aniden değişebiliyor. Buna mutasyon deniyor. Eğer mutasyon, sperm ve yumurta gibi cinsiyet hücrelerinde meydana gelirse bu mutasyon yeni doğan yavrulara kalıtsal olarak aktarılıyor. Bunlar hep laboratuvarlarda tüm biyologların tıpçıların gözlemlediği olgulardır. İnkar edilebilecek bir olgu değildir. Zaten mutasyon kavramını bu Covid-19 sürecinde çokça duyup fikir sahibi oldunuz. Virüsler de DNA taşıyor ve onların DNA’sı da tüm diğer canlıların DNA’sı gibi sürekli mutasyon ile değişim geçiriyor.

İşte bu mutasyonlar proteinlerde değişime yol açıyor. Mesela göz reklerimiz kimimizin mavidir, kimimizin ise siyah. Bu özelliği sadece bir gendeki tek bir mutasyon ile kazandık. Bugün bir insanı görmeseniz ve DNA’sını inceleseniz, DNA’sında hangi mutasyonu taşıdığına bakarak o kişinin göz rengini bilebilirsiniz. Yine örneğin kan gruplarımız da böyle bir mutasyondan dolayı dört farklı kan grubuna ayrılmıştır. Kişinin DNA’sında hangi mutasyonu taşıdığına baksanız onun kan grubunu bilebilirsiniz.

Aynı durum tüm canlılar için geçerlidir. Örneğin ekrandaki kelebeklerin kanatlarındaki farklı desenler sadece birkaç farklı mutasyon taşımalarından kaynaklanır. Bilim insanları bu kelebeklerin DNA’larındaki dizilimleri laboratuvarda tespit ettikten sonra dizilimleri birbirleriyle karşılaştırıyorlar ve hangi gende farklı mutasyon olduğunu ve bu renk farklılığına hangi gendeki mutasyonun neden olduğunu gelişmiş DNA teknolojileri ve bilgisayar programları ile çok hızlı ve basit bir şekilde çözebiliyorlar.

Görsel kaynağı: Evolution Making Sense of Life, Second Edition (2016) Carl Zimmer and Douglas J. Emlen

Laboratuvarda bu kelebeklerin gen dizilimleri kolayca belirlenip birbirleriyle karşılaştırılıyor ve bu renk değişimine neden olan mutasyonlar kolaylıkla tespit edilebiliyor. Kısaca belirtmek gerekirse canlı varlıkların her hücresi, hatta bakteriler ve virüsler dâhil DNA kodları taşırlar. İnsan 3 milyar kod barındıran DNA’ya sahiptir. Bu DNA kodları durağan değildir, zaman zaman mutasyon geçirirler. Örneğin bir baba, cinsiyet hücrelerinde ömrü boyunca oluşan bir kaç tane mutasyonu yavrusuna aktarır. O yavru artık bu yeni mutasyonla doğar. Fakat birkaç tane mutasyon görünüşte çok büyük etkiler göstermez. Nesilden nesile biriken mutasyonlar her yeni nesilde biraz daha artar. Mutasyon sayısı arttıkça görünüşte değişimler belirgin hale gelir. Bu mutasyonlar, çiftleşme ile popülasyon içinde yaygınlaşır.

Görsel: Şekilde bir A>G mutasyonu temsili olarak gösterilmiştir.

Irklar nasıl oluştu?

At, köpek, eşek, kedi, fare gibi hayvan gruplarına TÜR denir. Canlılar sürekli mutasyon biriktirdikleri ve yavrularına miras olarak aktardıkları için TÜRLERİN kendi içinde de genetik çeşitlilik sürekli artar ve türlerin alt dalı olan IRKLAR oluşur. Örneğin aşağıda köpek türünün bazı ırkları gösterilmiştir.

Laboratuvarda bir köpeğin genetik dizilimi tespit edilebilir ve taşıdığı mutasyonlara bakılarak bu köpeğin hangi ırktan olduğu kolayca anlaşılabilir. Canlıların taşıdığı mutasyonlar değişik ırklar arasında farklıdır ama türler arasında farklı mutasyonlar daha fazladır. Örneğin bir kangal köpeği ile doberman farklı ve ırka özgü mutasyonlar taşır. Mutasyon farklılığı çoktur fakat kangal ile tilki arasında daha fazla mutasyon farklılığı vardır. Çünkü farklı bir türdür.

Şimdi birbirinden farklı iki popülasyon düşünelim. Örneğin iki farklı bölgede aynı ırktan iki ayrı köpek popülasyonu olsun. Bu popülasyonlar binlerce sene birbirlerinden ayrı kalırsa her iki popülsayon da ayrı mutasyonlar biriktirecek. Yaşadığı bölgede en çok işe yarayan mutasyonlar, doğal seçilimden dolayı yavrulara daha fazla aktarılacak. Binlerce senenin sonunda farklı mutasyonlar biriktiren bu köpek popülasyonlarının dış görünüşleri de birbirinden farklılaşacak. Bu sayede atasal ırk kaybolacak ve popülasyon sayısı kadar yeni ırka dönüşecek.[1] Bu iki ırkın ortak atası binlerce önce yaşamış olacak. Bu iki popülasyonda hangi genlerin mutasyona uğrayarak birbirlerinden farklılaştığı laboratuvarda tespit edilebilir. Bilim insanları bir popülasyona her yüz senede ortalama olarak kaç mutasyon eklendiğini bilindiği için, mutasyon sayısından hareketle bu iki yeni ırkın ortak atalarının aşağı yukarı ne zaman yaşadığını tespit edebilirler.

Zannediyorum buraya kadar anlaşılmıştır. Yani köpek, kedi, at gibi hayvan ırkları farklı bölgelerde farklı mutasyonlar biriktirmelerinden dolayı oluşuyor. Eğer hayvanlar farklı bölgede değil de aynı bölgede yaşarsa atasal ırk yine değişmeye devam edecek fakat birkaç farklı ırk oluşmayacak, çünkü popülasyon içindeki tüm genler birbirleriyle çiftleşmeler sayesinde yaygınlaşacak. Yani popülasyonun evrimi sürekli devam eder, popülasyon onbinlerce sene sonra aynı dış görünüşe sahip olmaz, fakat popülasyon kaç parçaya bölünüp ayrı coğrafyalarda izole olarak yaşamışsa o kadar farklı ırklar ve türler oluşmaya devam eder.

Örneğin aşağıdaki farklı kurbağa ırkları az sayıda farklı mutasyon taşımaktadırlar. İki ırk arasında dış görünüş ne kadar fazla olursa genlerinde taşıdıkları mutasyonlar da o kadar fazladır.

Görsel kaynağı: Evolution Making Sense of Life, Second Edition (2016) Carl Zimmer and Douglas J. Emlen

İki ırkın ortak atası tarihte ne kadar uzak ise o iki ırk birbirinden daha fazla farklılaşır. Örneğin aşağıdaki şemada “Wisen”t ve “Bizonların” ortak atalarının nispeten daha erken bir tarihte yaşadığı görülmektedir. “Yak” ise çok daha eski tarihlerde bu iki sığır türü ile ortak atadan farklılaşmıştır. Buffalo ise diğer tüm türlerden çok daha eski bir zamanda ayrılmış ve farklılaşmaya başlamıştır. Yani ortak atası çok daha eskiye dayanır. Fakat hepsi değişmiştir, hepsi ortak ataya benzese de hiçbiri ortak atanın tamamen aynısı değildir.

Görsel kaynağı: The evolutionary history of cows. (Wu et al. 2018)

Genetik akrabalık analizleri nasıl yapılıyor?

Yukarıda anlattığımız gibi bu ortak ata şeması genetik analizlerle tespit ediliyor. Önce türlerin genetik yapıları tespit ediliyor. Sonra her türün birbirine göre ne kadar farklı mutasyon biriktirdikleri tespit ediliyor. Mutasyon farklılığı az olanlar daha yakın akraba oluyor, farklı mutasyon sayısı arttıkça ise bu akrabalık şemasında daha eski tarihlerde bir ortak ataya sahip oldukları anlaşılıyor ve şemalar bilgisayar programları tarafından hesaplanarak çiziliyor. Ağaç dallarına benzer bu yapıya evrim ağacı da deniyor.

Örneğin birbirinden farklı köpek ırkları da bu şekilde farklı coğrafyalarda farklı mutasyonlar biriktirdikleri için birbirlerinden farklılaşmıştır. Farklı renkleri, desenleri, farklı büyüklükleri, farklı mizaçları (saldırgan, uysal gibi) ile hep bulunduğu ortama daha iyi adapte eden mutasyonlar yeni nesillere aktarılmış ve birbirinden izole olan aynı köpek ırkları onbinlerce sene içinde türlü türlü köpek ırklarına evrimleşmişlerdir. Köpeklerin evrimleşmesinde doğal seleksiyondan daha çok insan eliyle yapılan yapay seleksiyon etkili olmuştur.

Doğal ve yapay seleksiyon

Doğal seleksiyon, hayvanlardan doğada bulunduğu ortama en iyi adapte olabilenlerin daha iyi yaşaması ve nesillerini devam ettirebilmelerine denir. Elbette bulunduğu doğa koşullarına uymalarını kolaylaştıracak mutasyonları taşıyanlar hayatta kalırlar. Böylece doğal olarak bir seçilim gerçekleşmiş olur. Yapay seleksiyon, insanların en beğendikleri hayvanlardan yavru alarak onların nesillerini devam ettirecek şekilde seçim yapmalarına denir. Bu yüzden köpeklerin farklılaşmaları, doğada bulunan hayvan türlerine göre daha fazla olmuştur. Köpeklerin atası ise on binlerce yıl önce yaşamış yabani kurt ırklarıdır. İnsanlar bu kurtların insana yakın olanlarını yetiştirmişler, sonra on binlerce yıl boyunca yapay seleksiyon uygulayarak bugünkü onlarca farklı çeşit köpek ırkının çeşitlenmesini sağlamışlardır. Yaptıkları seleksiyon ve oluşan çeşitlilik ise köpeklerin taşıdıkları farklı mutasyonlara dayanmaktadır. Örneğin bir gün benekli bir köpek doğar ve bu yeni mutasyon özelliği hayvan sahibine hoş gelirse ondan yeni yavrular alır. Bu şekilde Dalmaçyalı gibi yeni ırklar kalıcı hale gelir.

Görsel kaynağı: Cornell B., (2016), “Selective Breeding”, Bioninja.

Türler nasıl oluşur?

Irkların nasıl birbirinden farklılaştığını anladıysak türlerin nasıl farklılaştığı da anlaşılmış olacak. Türler, tarihi sürenin çok daha uzamasıyla oluşur. Örneğin bir ırkımız var ve biz bu ırkı iki ayrı gruba bölüp birbirinden binlerce sene boyunca ayırırsak farklı mutasyonlar biriktirecekler ve birbirinden farklı iki ırkımız olacak. Eğer bu süreyi milyonlarca sene yaparsak, yani milyonlarca sene boyunca bu iki popülasyon farklı mutasyonlar biriktirmeye devam edip, bu mutasyonları kendi nesillerine aktarırlarsa, milyonlarca sene sonunda çok daha büyük farklılıklar ortaya çıkacak ve bu iki popülasyon artık iki farklı tür olacak. Zaman uzadıkça birbirlerinden o kadar daha fazla farklı mutasyon biriktirip daha farklı genetik yapıya sahip olacaklar.

Örneğin tavuk ve tavus kuşu iki ayrı türdür ve ortak ataları 33 milyon yıl önce yaşamıştır. Tavuk ve hindinin ortak atası ise daha geride yani 37 milyon yıl önce yaşamıştır. Tavuk ve ördek ise daha da eskiye dayanan bir akrabalığı vardır, tam 42 milyon yıl önce yaşamış ortak atadan farklılaşmışlardır.

Görsel kaynağı: Jaiswal, S. K., et al. (2018). Genome sequence of peacock reveals the peculiar case of a glittering bird. Frontiers in genetics, 9, 392.

Görsel kaynağı: Evolution / Douglas J. Futuyma, Stony Brook University, Mark Kirkpatrick, University of Texas, Austin. Fourth edition.

Allah biyolojik hayatı çok dinamik yaratmıştır. Sürekli yeni mutasyonlar oluşturarak hayatı çeşitlendirir. Suretler açar, halden hale sokarak sanatını teşhir eder. Bir ırktan yenisini yaratır. Bir türü kaybeder ve o türden yüzlerce yeni tür çıkarır. Evet, diriden ölüyü ölüden de diriyi çıkaran Allah ölmüş kaybolmuş türlerin torunlarını çok farklı şekillerde devam ettirir. Kudreti o kadar büyüktür ki tıpkı evrenimizi ilk bir noktadan evrimleştirip, dallandırıp, budaklandırdıysa, Dünya’daki toprak bazlı yaşamı da ilk bir hücreden başlatarak tıpkı big-bang patlaması gibi açarak, yayarak devam ettirir.

Casiye 4: Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.

Ankebut 20: De ki: “Arz’da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, ‘ahir(son) yaratma’yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir’dir.”

Not: Yukarıdaki ayetin gereğini Darwin yaparak Galapagos adalarına yaşamı incelemek üzere gitti ve yıllarca gözlem yaptı. Sonunda yaratmanın nasıl ortaya çıktığını böylece çözdü. Hangimiz yeryüzünü dolaşarak Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığı hakkında veri toplamışızdır?

İnsanın evrimi

Bugün insanların da tıpkı diğer organizmalar gibi mutasyonlar geçirdiğini, bu yeni mutasyonları yavrularına aktardıklarını biliyoruz ve laboratuvarlarda DNA dizilimlerini analiz ederek gözlemleyebiliyoruz. İnsan ırkları farklı genetik dizilimler gösterirler. Örneğin doğu Asya dizilimleri Afrikalıların gen dizilimlerinden farklıdır. Bu farklılık ise dış görünüşlerini belirler. İnsan ırkları arasındaki mutasyon farklılıklarını analiz ederek bu toplulukların en son ortak atalarının ne zaman yaşadığını, yani bu iki popülasyonun ne zaman birbirlerinden ayrılmaya başladığını hesaplayabiliyoruz.

Yapılan hesaplamalara göre Doğu Asya ırkları, Afrikalı ırklardan 55.000 yıl önce ayrılmış, Avrupalı ırklardan ise 40.000 yıl önce ayrılmış.[2]

Doğu Asya’ya ulaşan insanlar da tek ırk olarak kalmamışlar ve bölünmüşler; Japon, Koreli, Çinli gibi farklı genetik özellikler taşıyan farklı ırklara dönüşmüşler. Peki bu Doğu Asya ırkları birbirlerinden ne zaman ayrılmış, yani en son ortak ataları ne zaman yaşamış diye araştırıldığında 3600 yıl öncesi olarak bulunmuş.[3] Yani bu ırkların ataları 3600 yıl önceye kadar tek bir topluluktu fakat birbirlerinden ayrılan gruplar uzun zaman birbirlerinden izole kalınca yeni ırklar oluştu. Şimdi şu ayete bakın;

Bakara 213: İnsanlar tek bir ümmet (topluluk) idi. Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere elçiler gönderdi ve beraberlerinde hak ile kitap indirdi ki insanlar arasında anlaşamadıkları noktada hakem olsunlar…

Ne kadar müthiş bir ayet bu, birbirinden farklı çok sayıda ırkın ve hatta ırklar arasındaki çeşitliliğin bilinmesine rağmen Kuran diyor ki başlangıçta insanlık tek bir topluluktu, yavaş yavaş birbirlerinden ayrılmaya başladılar. Ayrıldıkça aralarında anlaşmazlıklar çıktı. Biz de elçiler gönderdik ki aralarında uyum sağlasınlar, anlaşmazlıkları çözsünler. Gerçeklerle tam örtüşen bir ayet.

Dillerin ve renklerin evrimi

Darwin dillerin ve türlerin evriminin benzer mekanizmalarla işlediğini, birbirine benzediğini ve paralel oluştuğunu söylemiştir. Aşağıdaki alıntıda Darwin’in bu benzetişi anlatılmaktadır.

Kaynak: https://bmcbiol.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12915-017-0405-3

Çevirisi: Darwin, “Farklı dillerin ve farklı türlerin oluşumu ve her ikisinin de aşamalı bir süreçle geliştiğine dair kanıtların ilginç bir şekilde aynı olduğunu” gözlemlemiştir (sayfa 59, [20]). Ayrıca “Varoluş mücadelesinde bazı tercih edilen kelimelerin hayatta kalması ve korunması doğal seçilimledir” demiştir. (sayfa 59-60)

Şimdi de şu ayete bakalım, aynı gerçeği söylüyor:

Rum 22: Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması (da) O’nun alametlerindendir: bunda, kuşkusuz, bilgiye (bilime) sahip insanlar için dersler vardır!

Bu ayet o kadar müthiş bir ayet ki. Şöyle anlatayım evrimi anlatmak için en kolay benzetme yapılabilecek araç dillerin evrimidir. Ayette dillerinizin ve renklerinizin farklılaşması diyor, evet insanların dilleri sürekli evrim geçirerek bugünkü dil zenginliğini oluşturmuştur. Örneğin aşağıdaki şemada bazı dillerin evrimini göstermektedir. [4]

C:\Users\www\AppData\Local\Microsoft\Windows\INetCache\Content.Word\13423_2016_1072_Fig1_HTML.PNG

Görsel kaynağı: Pagel, M. Darwinian perspectives on the evolution of human languages. Psychon Bull Rev 24, 151–157 (2017).

Bu şema tıpkı genetik kodların benzerliğinden ve farklılığından hazırlanan genetik evrim ağaçları gibi dil içinde kullanılan kelimelerin ve cümle yapılarının benzerlik ve farklılıklarından hazırlanıyor. En sağda, İtalyanca ve Fransızcanın sadece birkaç bin sene önceye kadar aynı atasal bir dilden ayrıldıkları görülüyor. Tıpkı iki hayvan popülasyonunun birbirinden ayrılıp uzun süreler birbirlerine karışmadıkları zaman farklı mutasyonlar biriktirmesi ve farklı yönde evrimleşmeleri gibi, bir insan popülasyonu bölünüp birbirinden ayrı noktalarda yaşarsa öncelikle dillerini kullanış biçimleri değişir. Önce kelimeler mutasyon geçirir yani farklı telaffuzlar ortaya çıkar (Erzurum’da neydirsen, Kayseri’de nörüyon, Kıbrıs’ta napan, Kars’ta napırsan kelimelerinin birbirlerinden farklılaşması gibi). Sonra zaman çokça uzadıkça diller o kadar değişir ki atasal dil ile çok az benzerliği kalır. Bu sayede atasal dilden farklı birkaç farklı dil ortaya çıkmış olur.

Örneğin biz Türkler bir zamanlar Orta Asya’da aynı ortak dili konuşurken şimdi Türkmenistan da dil farklı bir yöne evrilmiş, Kırgızistan’da farklı bir yöne evrilmiş, Türkiye’de farklı bir yöne evrilmiş. Ortak atalarımız ne kadar eskide ise dil yapımız o kadar evrimleşip birbirlerinden ayrılmış. Aşağıdaki analizde görüldüğü gibi şu an Türkiye Türkçesine en benzer dil Azerbaycan Türkçesidir, çünkü en geç olarak Azerbaycan Türklerinden ayrılmışız ve dillerimiz farklı yönlerde evrimleşmeye devam etmiş. Azerbaycan Türkçesinden sonra dilimize en yakın dil Gagavuz Türkçesidir, yani Azerbaycan Türklerinden biraz daha geride bu halk ile ortak atamız, ortak dilimiz vardı. Daha geride Türkmenler, Uygurlar, Özbekler, tatarlar var.

Görsel kaynağı: Hruschka DJ, et al. Detecting regular sound changes in linguistics as events of concerted evolution. Curr Biol. 2015 Jan 5;25(1):1-9

Kısaca biyolojik evrim ve dilsel evrim birbirinin aynısı mekanizmalar ile işler. O kadar benzerdir ki biyolojik evrimi anlatmak için verilebilecek en iyi örnek dillerin evrimidir. İşte Kuran’da renklerinizin farklılığı ve dillerinizin farklılığı onun işaretlerindendir derken ve bunu ancak âlim olanlar anlar derken ne kadar mucize bir şekilde bu hakikati yan yana zikretmiştir. Aklını kullanacak olanlara yeterli bir delildir. Aklını kullanmak istemeyenler tutucu dogmalarının yıkıcı sonuçlarını görene kadar devam edebilirler.

Eski insansılar (Hominidler)

İşte modern insan olan Homo Sapiens bu şekilde evrimine devam etti ve hala da yeni mutasyonlar biriktirmeye devam ederek evrimsel yolculuğuna, Allah’ın çizdiği kadere doğru devam ediyor. Bugün insanlığın evrimsel olarak en yakın akrabası maymunlardır. Maymunlar içinde de şempanze ve bonobonlar en yakın genetik dizilim benzerliği gösterirler.[5]

7 milyon yıl önce maymunlardan bir grup, insansıları oluşturacak bir evrim yoluna girdi. Bu yolda evrimleşen insansıların beyin hacimleri giderek büyüdü ve yürümeleri de giderek dikleşti. Bu bilgileri Dünya’nın dört bir yanından çıkarılan insansıların fosillerinden biliyoruz.[6]

Fosillerin iskelet yapıları farklı, kafatası yapıları farklı. Bir fosil karbon tarihi olarak ne kadar eski ise maymunlara o kadar daha çok benziyor, karbon tarihlemesi ne kadar yeni ise insanlara daha çok benziyor.

Görsel: En solda şempanze en sağda ise biz insanların kafatası görünüyor. Ortadaki kafatasları ise fosilleri bulunan insansı türlere ait. Not: Bu sıra evrimsel sırayı göstermesi için verilmemiş, çünkü insansılar şempanzelerden gelmez, şempanzeler ile ortak atadan gelirler. Görsel kaynağı: Pontzer, H. (2012) Overview of Hominin Evolution. Nature Education Knowledge 3(10):8

Yine bu fosillerin karbon tarihi ne kadar eski ise o kadar eğik yürüyorlar, ne kadar yeni ise o kadar dik yürüyorlar. Karbon tarihlendirmesi yakını gösterdikçe beyin hacimleri büyüyor ve köpek dişi dediğimiz sivri dişler gittikçe küçülüyor. Bütün bu gerçekler de bize insansıların daha zeki olmaya doğru evrimleştirildiklerini gösteriyor. Bu bulunan fosillere maymun denemiyor çünkü maymunlardan daha büyük beyinleri var, daha dik yürüyorlar ve köpek dişleri daha kısa vb. birçok morfolojik özellikleri maymun denmesini engelliyor. İnsan da denemiyor. Çünkü beyin hacimleri insanlardan küçük, insanlar kadar dik yürüyemiyorlar, kafatası farklılıkları insan ile maymunlar arasında bir gelişim gösteriyor. Karbon tarihi ne kadar yakınsa insana o kadar benzerlik gösteriyorlar, ne kadar eski çıkarsa maymunlara o kadar benzerlik gösteriyorlar.

Görsel kaynağı: http://www.sci-news.com/othersciences/anthropology/science-homo-naledi-03224.html

Biz insanlara yakın yaşamış en yakın insansı türler Neandertallar, Denisova insanları ve Homo Erectus’tur.

Eski zamanlarda Afrika’nın tamamı çok yeşillikti. Şimdiki sahra çölünün yeri tamamen ormanlıktı ve her yerde deniz büyüklüğünde dev göller ve ırmaklar vardı.[7] Afrika’nın geniş coğrafyası hayat için çok elverişliydi. İşte böyle Cennet bahçesini andıran bir ortamda Allah her türlü yaşamı filizlendirdi ve insansıları daha akıllı olmaları için evirdi. Adeta program sürümlerini yükseltti.

İnsansılardan ilk olarak Homo Erectus türü Afrika’yı terk ederek diğer kıtalara ayak bastı. İnsansıların evrimi bu şekilde artık dış Dünya’da da devam etti.[8]

Bugünkü maymunlar neden insan olmuyor?

Bu konuyu anlatmışken evrimi tam anlayamayan insanlar tarafından sorulan “bugünkü maymunlar neden insan olmamış veya olmuyor” sorusunu da zaten çözmüşsünüzdür ama ben yine de anlatayım.

Cevap: Çünkü bugünkü maymunlar insansıların atası değil. Hepsi ortak ata soydan geliyorlar. Örneğin şempanzeler Neandertallerin ataları değil ki Neandertaller evrimleşmişken şempanzeler aynı kalmış olsunlar. Şempanze ve Neandertaller gibi türler bir ortak atadan farklılaşan iki farklı yeni türdür. Ortak ataları ne şempanzedir ne Neandertaldir, ne de gorildir. Bugün yaşayan hiçbir maymun ortak atalar zamanında yoktu. Başka tür maymunsular vardı. Bu maymunsuların bir topluluğu gorilleri oluşturacak şekilde evrimleşti, bir kısmı şempanzeleri, bir kısmı Homo cinslerini. Homo cinslerinin içinde de farklı türler evrimleşti.[9]

Görsel kaynağı: Evolution Making Sense of Life, Second Edition (20) Carl Zimmer and Douglas J. Emlen

Bugünkü maymunların ve insanların ise gelecekte nereye doğru evrimleşeceğini bilmek mümkün değil. Mutasyonlar, Allah’ın kelimeleridir, mutasyonlar sürekli genleri farklılaştırıyor ve Dünya’nın birkaç yüz bin sene ömrü varsa yeni yeni türler meydana gelecektir.

Kısaca bugünkü maymunlar zaten insansılardan farklı bir yoldan evrimleşerek bugünkü görüntülerini kazanmışlardır. İnsansılar ise bu türlerden daha farklı mutasyonlar biriktirerek beyin hacimleri büyümüş ve insansı özelliğine doğru evrimleşmişlerdir. Hangi popülasyonun ne yönde evrimleşeceği insanlar tarafından kestirilemez. O bilgi her şeyi ölçü ve kader ile yaratan Allah’ın takdirindedir. Çünkü evrimi yönlendiren de Allah’ın kendisidir.

Modern insanın ortaya çıkışı

Buraya kadar evrim teorisini en basit ve yalın haliyle herkesin anlayabileceği şekilde anlatmaya çalıştık. Şimdi teorimizi oluşturan ana soruya geldik: İnsansıların sıra ile evrimleştiğini söylüyorsak modern insan da onlardan evrimleşmiş olmuyor mu?

Buradaki açıklama Hz Âdem’in veya Hz İsa’nın mucize ile yaratılışının ispatı olmayacaktır. Sadece Hz Âdem’in ilk insan olarak yaratılmasının evrimle çelişmeyeceğini açıklayacağız. Örneğin Hz İsa’nın mucize olarak yaratılışından bahsedeceğiz, bu bahis bir ispat değildir. Mucize olarak yaratılışa İNANAN BİRİ İÇİN Hz İsa’nın veya Âdem’in yaratılışının evrimle bir problemi olmayacağını anlatacağız. Evrimin varlığının insanoğlunun kesintisiz bir evrimle gelmesini gerektirmediğini anlatacağız. Umarım okuyucularım bu farkı ayırt ederler.

İlk yazımızda dedik ki Kuran Âdem (a.s.)’ın yaratılışını tıpkı Hz İsa’nın yaratılışına benzetiyor. Yani insanların normal olarak nasıl yaratıldıklarını hepimiz biliyoruz fakat Hz İsa’nın yaratılışı normalin dışında ve bizzat kudret-i ilahinin müdahalesi ve şekillendirmesi ile olan bir yaratılış. Peki Hz İsa’nın bu yaratılışı evrimsel sistemimizin dışına çıkmıştır, yani normal akışı içinde gerçekleşmemiştir, öyleyse Hz İsa insan genleri taşımıyor mudur? Elbette taşıyor. Hz İsa yepyeni bir genetikle yaratıldı fakat insanların genlerinden çok farklı bir genetik değildi onunki. Çünkü yine insan görünümünde bir insandı. Oysa genetik yapısını annesinden almış olamazdı çünkü annesinde erkeklik özellikleri yoktu. Yani Y kromozomu veremezdi. Öyle ise annesinden de gen almamıştı, Allah Hz İsa’nın genetik yapısını özel olarak dizayn etmişti ve bu özel olarak dizayn edilmiş gen yapısı Meryem’in rahmine mucize ile yerleştirilmişti.

İşte Hz Âdem’in durumu da tam olarak böyle idi. Yani diğer insansılar vardı ve evrimle belirli bir noktaya kadar gelişimlerini tamamlamışlardı. Farklı insansılar yeryüzünde hâkimdi. Bu noktada Allah yeni bir halife (yeryüzüne mirasçı) yaratmak isteğini meleklere bildirdi. Melekler yeryüzünde kan dökecek birini mi yaratacaksın dediler, çünkü kan dökmeyi önceki yeryüzü sakinlerinden biliyorlardı.

Allah Âdem’i ve soyunu bir mucize ile yarattı. Böylece evrimsel zincirde bir sıçrama meydana geldi. Yani belki birkaç milyon senede meydana gelecek evrimsel gelişim Âdem’in yaratılması ile hızlıca ve tek seferde yapıldı.

Elbette Hz Âdem’in yaratılması da tıpkı Hz İsa gibi bir rahimde olabilir. İnsana en yakın olan ve modern insanla birlikte yaşadığı bilinen tür ise Neandertallerdir. İlk yazımızda açıkladığımız gibi Hz Âdem ister çamurdan heykel şeklinde yaratılmış olsun, isterse tıpkı Hz İsa gibi bir rahimde yaratılmış olsun, ana konumuzu değiştirmeyecek.

Ali İmran 59: Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona, “ol” dedi ve o da oluşmaya başladı.

Bilim insanları neden insanın evrimden geldiğini söylüyor?

Bilim insanları fosillere ve genetik benzerliklere baktığı zaman hayatın doğal akışına göre türlerin hep birbirlerinden evrimleştiğini görüyorlar. Evet hayatın doğal akışı böyle fakat insanlık Hz Âdem ile mucize eseri bir sıçramalı evrim geçirmişse, bilimin bu durumu ayırt edebilecek bir verisi yok. Yani bilim 200 bin yıl önceye ait bir Homo sapiens fosili bulur ve Homo sapiens o zaman vardı der. Sonra 300 bin yıllık bir Homo sapiens fosili bulur ve Homo Sapiens 300 bin yıl önce vardı diye yeni bilgiyi günceller. Fakat insanlık o zamanlarda Allah tarafından diğer insansılara benzer şekilde yaratılmış iki bireyden çoğaldı önermesini doğrulayacak veya yanlışlayacak veriye sahip değildir. Çünkü bilimin elinde Homo Sapiens’in başlangıcına dair bu birkaç kemikten başka insanın başlangıcının nasıl ve ne zaman olduğuna dair bir veri yok. En iyi verimiz 300 bin yıl öncesine ait olduğu söylenen bir kafatasıdır. Homo sapiens nasıl başladı, bir mucize gerçekleşip de Allah eski türlerin yeni versiyonunu bir mucize ile mi yarattı sorusunu cevaplayamaz.

Evrimsel yaratılış teorisine göre Allah eski insansıların genlerini yeni bir düzenlemeye tabi tutup ilk insanlar olan Âdem’i ve eşini mucize ile yarattı. Böylece sıçramalı bir evrim oluşturdu. İnsansıların milyonlarca sene sonra gelebileceği insanlık seviyesini bir çift fertle öne almış oldu ve hızlandırdı. Bu yüzden insanlık, eski insansıların evrimsel genetik miraslarını da genlerinde taşırlar.

Bilim insanları insanın oluşumunu da hayatın normal akışı ile açıklamak isterler, bu normaldir. Çünkü bilimsel yöntem hayatın normal akışında olan olayları sistemli bir şekilde ölçme üzerine kuruludur. Olayların görünmeyen taraflarını ise hayatın normal akışına göre tahmin eder ve teorileştirir. İşte modern insanın nasıl ortaya çıktığı sorusu da hayatın normal akışı içinde bakıldığı zaman süregelen bir evrimle olması gerekiyor diye teorize edilmiştir. Yani gözlemlenmeyen ve detayları bilinmeyen bir olgu olduğu için sadece süregelen bir evrimle olmalı diye tahmin edilmiştir. Bu durum, bilimsel gözlükle bakılınca böyle görünmesi doğaldır.

Fakat mucizeler yaratmaya gücü yeten ve zaman zaman da bu mucizeleri yaratan Allah inancına sahip Semavi dinlerin anlattığı insanlık öyküsüne göre ise Allah tıpkı İsa’yı dilediği gibi diğer insansıların arasında Âdem’i yaratmayı diledi ve onunla yepyeni bir üst versiyon insanlık başlattı. Bunun kolay anlaşılması için yine Hz İsa üzerinden bir örnekle açıklayacağım.

Hz Âdem ve Hz İsa’nın benzerliği

Farz edelim Hz İsa bizim yani insanlığın bir üst versiyonu olsaydı (aslında Hz isa’nın bazı yetenekleri bizden üstün yeni bir türün ilk ferdi olduğunu düşündürmüyor değil). Hz İsa bu yeni türün ilk ferdi olarak evlenseydi ve çocukları zaman içinde çoğalsaydı. Bizden üstün ve akıllı bir tür olduğu için bizim türümüzü Dünya üzerinden silseydi ve Dünya’nın yeni halifeleri (mirasçıları) onlar olsaydı. Sonra aradan birkaç yüz bin yıl geçseydi ve yeni insan türü tüm bu olanları unutmuşken fosillerimizi bulsalardı. Bizlerin fosillerini inceleselerdi, sonra eski insanların da fosillerini inceleselerdi ve deselerdi ki “tüm türler birbirinden evrimleşerek gelmiş”. Böylece kendi türlerinin, biz eski insanlardan evrimleşerek geldiğine hükmetselerdi ve Hz. İsa diye birinin olmadığını iddia etselerdi yanlış yapmış olmalar mıydı?

Çünkü hayatın doğal akışı içinde olayları değerlendirdiler fakat Allah’ın Hz İsa’yı türünün ilk ferdi olarak mucize ile yarattığını hesaba katmak istemediler. Hz İsa’nın genlerinin diğer insanların genlerine benzediğini fakat onlardan ayıran bazı mutasyonlar taşıyarak Dünya’ya geldiğini hesaba katmak istemediler. Sadece hayatın doğal akışı içinden bakarak kendi türlerinin biz insanlardan evrimleştiğini düşündüler ve Hz İsa’nın yaşamış olmasının bilimsel kanıtlarını bulamadıkları için göz ardı ettiler. Bu sayede gerçeği ıskaladılar ve yanıldılar.

İşte materyalist bilim insanlarının bugün Hz Âdem konusunda yaptıkları hata tam olarak da bu.

Farklı yaratılış teorileri

Yukarıdaki teori tek başına Âdem’in yaratılışının evrim teorisi ile çelişmeyeceğini göstermeğe yeterlidir. Bunun yanında tek yaratılış teorisi de değildir. Örneğin “The genelogical Adam and Eve” [10] isimli kitapta Dr. Swamidass ve “Creation or evolution” [11] isimli kitapta Denis Alexander evrimle uyumlu başka teorileri anlatırlar. Bir diğer teoriye göre Hz Âdem yaratılırken insanlık da diğer insansılar da yeryüzünde vardı, fakat Allah insanlığın henüz avcı toplayıcı olduğu birkaç bin sene önce Âdem’i özel bir insan olarak yarattı.

Âdem’in içine alındığı bahçenin bu Dünya’da bir yer olduğunu düşünüyorlar (zaten Hristiyan ve Yahudi inancında böyledir). Âdem ve eşi bahçeden çıkarılınca diğer insanların arasına çıktı. Çocukları diğer insanların çocuklarıyla evlendiler ve Âdem’in soyu böylece uzun devirler içinde tüm insanlığa yayılmış oldu. Âdem’i özel yapan bir şeyler vardı, örneğin zekası veya Allah tarafından öğretilen ilim gibi. Bu sayede Âdem insanlığa medeniyeti öğretti ve insanlık birkaç bin sene önce medeniyet ve tarım yükselişine geçti. Bu teoriye göre Âdem insanlığın başı değildi, tarım ve hayvancılığın yerleşik düzenin, kısaca medeniyetin ve elçiliğin başlangıcıydı.

Kısaca; Yaratılış ve Evrim

Evrimsel teorinin ne anlattığını herkesin anlayabileceği bir sadelikle anlatmaya çalıştık. Sonra da evrimin varlığının neden modern insanlığın ilk yaratılışının tek açıklaması olmadığını ve alternatif açıklamaların da olabileceğini gösterdik. Semavi dinlerin henüz tam olarak anlaşılamamış Hz Âdem öyküsünün neden evrimle çelişmediğini gösterdik.

Şu anda gelenekselci Müslümanlara evrimin var olduğu gerçeğini birden kabul etmek zor geliyor farkındayım. Bunun sebebi Hz Âdem’in yaratılışının evrime ters olduğunu düşünmeleridir. Fakat Hz Âdem’in yaratılışının evrimle çelişmediği ortaya çıktıktan sonra hala din adına neden evrim inkar edilmeye çalışılır ki? Gerçeklerin inkar edilmesi ancak dine zarar verir. İslam’da benzer bir düz Dünya krizi geçmişte de yaşanmıştı ama daha sonra bu kriz aşıldı. Yani eski Müslümanlar küre Dünya kavramının Kuran ile çelişeceğini düşünüyorlardı ve Hristiyan kilisenin yolundan giderek Dünya küredir diyen bilim insanlarını aforoz ediyorlardı. Fakat zamanla anlaşıldı ki ayetlerde hiçbir zaman Dünya düzdür demiyordu, sadece Müslümanlar öyle yorumlamışlardı. Bu yüzden gerçekle çelişir gibi gösterilmişti.

Bugün en gelenekselci Müslüman bile Kuran’da Dünya’nın küre olarak tarif edildiği ayetleri göstermektedir. Örneğin duhaha fiilinin deve kuşu yumurtası anlamına geldiğini ve “geceyi gündüze dolamak” ifadesindeki kuvvirat (dolamak) lafzının ancak küre bir nesnede kullanılabileceğini açıklamaktalar. Dolayısıyla Kuran’dan küre Dünya hakikatini çıkarmaktalar. Oysa küre Dünya’nın ilk anlaşıldığı zamanlarda Kuran’da küre Dünya’yı gösteren bir insanı aforoz edebilirlerdi. Şimdi ise aynısını evrim için yapıyorlar. Kuran’da evrime işaret var diyen insanı aforoz etmeğe getiriyorlar.

Şimdi bu düz Dünya krizi aşılmış durumda fakat şu anda da evrim krizi var ve evrim de Allah’ın hak bir kanunu olduğu ve Kuran ile çelişmediği de çok geçmeden Müslümanlar tarafından daha iyi anlaşılacak ve tıpkı düz Dünya krizinin atlatıldığı gibi yanlış anlamalarla ortaya çıkan bu kriz de atlatılacak ve her şey normale dönecektir.

Ek olarak;

Kuran’da düz Dünya diye bir ifadenin geçmediğini ve yanlış yorumlanan ayetlerin açıklamasını 204# Kuran’da Dünyanın şekli yazımızda okuyabilirsiniz.

Bu konu ile ilgili olarak ayrıca 156# Hz. Âdem‘in Yaratılışı Nasıl Oldu? Evrim ile mi? yazımızı da tavsiye ederiz.

Evrim kanununun kendi kendine olmasının mümkün olmadığını ve evrimin yönlendirildiğini bilimsel verilerle anlatan yazımız şurada: 259# Kuantum seğirmenin keşfi: Evrim kendi kendine olmuyor!

Şu yazımızda ise bugün yaşayan tüm insanların bir ortak anne ve babadan geldiğinin bilimsel bir gerçek olduğunu anlattık: 290# Mitokondriyal Havva ve Y kromozomu Âdem’i. Hz Âdem ne zaman yaşadı?

Evrim kategorisindeki tüm yazılar ise şurada: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/category/evrim/

 

Bu yazının Youtube videosu aşağıdadır:

 

KAYNAKLAR

1. CINBARCI, A. (2016). Fraktal geometri ve evrim. Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Dergisi, 6(11), 101-108.

2. Tateno, Y., et al., Divergence of East Asians and Europeans estimated using male-and female-specific genetic markers. Genome biology and evolution, 2014. 6(3): p. 466-473.

3. Wang, Y., Lu, D., Chung, YJ. et al. Genetic structure, divergence and admixture of Han Chinese, Japanese and Korean populations. Hereditas 155, 19 (2018).

4. Pagel, M. Darwinian perspectives on the evolution of human languages. Psychon Bull Rev 24, 151–157 (2017).

5. Marchetto, M. C., Hrvoj-Mihic, B., Kerman, B. E., Diana, X. Y., Vadodaria, K. C., Linker, S. B., … & Gage, F. H. (2019). Species-specific maturation profiles of human, chimpanzee and bonobo neural cells. elife, 8, e37527.

6. Leakey, M. and A. Walker, Early hominid fossils from Africa. Scientific American, 1997. 276(6): p. 74-79.

7. Schuster, M., et al., Holocene lake Mega-Chad palaeoshorelines from space. Quaternary Science Reviews, 2005. 24(16-17): p. 1821-1827.

8. Hazarika, M., Homo erectus/ergaster and Out of Africa: recent developments in paleoanthropology and prehistoric archaeology. EAA Summer School eBook, 2007. 1: p. 35-41.

9. Evolution Making Sense of Life, Second Edition (2016) Carl Zimmer and Douglas J. Emlen.

10. Swamidass, S. J. (2019). The Genealogical Adam and Eve: The Surprising Science of Universal Ancestry. InterVarsity Press.

11. Alexander, D. (2014). Creation or evolution: Do we have to choose?. Monarch Books.

S.S.S.

ateist evrimciler ilk insan diye bir şeyin olmadığı hakkında yazılar yazıyor, onların ki mi doğru sizin ki mi doğru?

Biz o yazıda bilimin bulgularının farklı alternatif yorumları olabileceğini gösterdik. Yani antropoloji ve arkeoloji bulgularımız az. Eldeki bulgular onların dediği gibi de yorumlanabilir, bizim dediğimiz gibi de yorumlanabilir. Her ikisi de kesin bulgulara dayalı olmayan yorumlar. Bizim burada anlattığımız yorum da mucizeler açısından mümkündür. Bu ihtimali de yanlışlayacak herhangi bir kanıt yoktur. Dolayısıyla insanlığın ilk ferdinin olmaması da evrimin normal akışına göre yapılmış bir yorumdur. Bunun yanında insanlığın evrim ağacında bir dal olarak mucize ile filizlendirilmiş olması da bir yorumdur. Bu da bizim yorumumuzdur. Zaten bu yazıdaki amaç, il insanın varlığını kanıtlamak değil evrim verilerimizin alternatif yorumlarının olduğunun gösterilmesi ve Hz Adem inancının eldeki verilerle çelişmediğinin gösterilmesidir.

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner

Kurtuluş Berzan

Yazar 1979 doğumludur. Palandöken dağının eteklerinde yaşamaktadır. 20 yıldır dini ve bilimsel kitaplar okumaktadır. 2018 yılının başından beri öğrendiklerini, çözümlemelerini ve yeni araştırmalarını bu sitede yayınlamaktadır. Doktora derecesine sahiptir. Yazılarımızdan alıntı yapma kuralları için tıklayınız.

Bir Yorum

Başa dön tuşu