Evrim

38# DNA mutasyonları tesadüf eseri mi oluyor? Bu, yaratılış için bir kusur mudur?

Bu yazıda DNA kopyalanması sırasında meydana gelen hataların aslında birer hata sayılmayacağını belirli bir hedefe doğru organizmayı yönlendirmek için kasıtlı değişimler olduğunu göreceksiniz. Yazımı mümkün olduğunca herkes tarafından anlaşılabilir tutmak için kısa önbilgilerle başlatıyorum.

DNA NEDİR?

İnsan vücudu ortalama 100 trilyon hücreden oluşur. Her hücrenin çekirdeğinde DNA denilen genetik kod bulunur. Bu DNA’daki kodlara göre proteinler şekillenir ve sonuçta proteinlerden oluşan hücreler meydana gelir.

İlgili Makaleler

DNA’nın yapısında 4 adet nükleotit vardır: Adenin, Guanin, Sitozin ve Timin

Bu 4 nükleotiti DNA’nın harfleri sayarsak değişik sıralarda arka arkaya dizildiklerinde proteinleri kodlayacak kelimeleri ve cümleleri oluştururlar. Örneğin baş harflerini kullanarak;

AAAGCGTGACCTGTGTGCA gibi bir dizilim gösterebiliriz ve İnsan DNA’sı 3 milyar tane bu şekildeki nükleotidin arka arkaya dizilmesinden oluşur. DNA’da her nükleotidin karşısına başka bir nükleotid yerleşir, ama rastgele olmaz “adenin ile timin” ve “sitozin ile guanin” eşleşir. Böylece DNA çift sıra olur. Yani şöyle;

main-qimg-27bccdb14921f269bdf49a8ca659cace-c

Şekil 1: ‘nın çift sarmal yapısında nükleotitlerin karşılıklı dizilmesi

MUTASYON NEDİR?

Hücre bölünerek kendini çoğaltır, bu bölünme esnasında DNA kendini kopyalar ve 2 ayrı DNA oluşur, böylece her biri birer hücreye gider. Bu kopyalama sırasında A karşısına T gelir ve C karşısına da G gelir. Bu kopyalama işlemini DNA Polimeraz Tip-1 denen bir enzim yapar. Ama bu kopyalama sırasında 100.000’de bir hata yapar, fakat DNA Polimeraz Tip-2 gelip bu eşlenen nükleotidleri kontrol eder ve bu da % 99’luk bir kısmını düzeltir. Böylece hata oranı 10 milyonda bir seviyesine iner [1].  Görüldüğü gibi hücreler tesadüfle açıklanması mümkün olmayan harika bir kontrol sistemine sahiptirler. İşlerini en iyi şekilde yapmaya çalışırlar. Peki ama bu DNA kopyalama hataları neden olur? Bunun yararı nedir?

Cevap: Eğer bu DNA kopyalama hatası olmasaydı, yani mutasyonlar meydana gelmeseydi canlılar çeşitlenemezdi. Yani etrafınızda gördüğünüz ağaçların, bitkilerin, kuşların, böceklerin, hayvanların, insanların oluşması DNA’nın bu çok düşük oranlarda yaptığı hatalarla oluşur. Eğer hata olmasaydı tek tip ilkel bir canlı olurdu ve etrafınızda gördüğünüz renkli kuşlar, balıklar gelişemezdi. Öyleyse bu kadar yararlı bir olayın bir hata olduğunu iddia etmek ancak yetersiz bilgimizin bir ürünü olabilir.

Aşağıdaki resim DNA’nın kendini eşlemesini anlatıyor. Çok sayıda enzim çalışır. DNA polimeraz saniyede 1000 tane nükleotit okuyup çoğaltabilir. Yani sizin bin tane harfin önüne eşleniği olan doğru harfi yazdığınızı düşünün, ne kadar hızlı çalışabilirdiniz. Kusurlu görülmeye çalışılan DNA Polimeraz hücrelerimizde bunu saniyede 1000 tane yapıyor.

image032

Şekil 2: DNA’nın kendini eşlemesi. (Görünenden çok daha kompleks bir olaydır)

ADAPTASYON NEDİR?

Adaptasyon, bir çalının içinde bulunduğu çevre koşullarına uyum sağlamasıdır. Bilindiği gibi canlılar yavaş veya hızlı sürekli bir göç halindedir ve her çevrenin canlı toplulukları bu göçlerle sürekli değişmektedir. Yeni bir çevreye gelen bir “tür” yaşamak için o çevre şartlarına adapte olmak zorundadır. Örneğin develerin ataları ilk defa çöl ortamına geldiği zamanki görüntüsü ile devenin şimdiki görüntüsü aynı olamaz. Çünkü devenin şimdiki yapısı çölde yaşamak için dizayn edilmiştir. Örneğin kum fırtınalarına karşı kirpikleri uzun ve örtücüdür. Kumların içine batmaması için ayakları paletlidir. Uzun süre susuzluğa ve açlığa dayanacak şekilde dizayn edilmiştir. Bu özellikler ancak çöl şartlarında ona bir avantaj sağlar. Canlılığın sürekli değişim halinde olduğu artık yapılan bilimsel çalışmalarla iyice anlaşılmıştır. Kişilerin inançlarından bağımsız olarak insanlar bunu kabul ederler. Bu değişimi, inançlı insanlar Allah’ın Yaratma sanatı olarak görürken, inançsız insanlar daha çok tesadüfen olduğu görüşünü savunmaktadırlar.

FAYDALI MUTASYONLAR

Son yapılan araştırmalar göstermiştir ki mutasyonlar rastgele olmamakta canlıyı çevresel etkenlere adapte etmek için ortaya çıkmaktadır. DNA’nın yapısını ilk olarak detaylı açıklayıp Nobel ödülü kazanan Watson ve Crick mutasyonların oluş mekanizması için şunu önermişlerdi: Nükleotidler mutasyon oluşması için diğer nükleotidleri taklit ediyor ve böylece DNA polimeraz enzimi bunları yanlış okuyup yanlış bir nükleotid bağlayabiliyorlar. Genetik metodların henüz iyi gelişmediği zamanlarda yapılan bu tahminin doğruluğu ise Dr. Hashim M. Al-Hashimi tarafından Duke Üniversitesindeki laboratuvarında ispat edildi. Araştırmaya göre nükleotidler DNA kopyalaması sırasında saniyenin binde biri kadar kısa bir süreliğine şekil değiştirip diğer bir nükleotidi taklit edip DNA Polimeraz enzimini yanıltıyor ve böylece mutasyonlar ortaya çıkıyor. Buna quantum-jitters deniyor  [2,3].

Görüldüğü gibi DNA’da yanlış eşleşme olması ve böylece mutasyonların ortaya çıkması DNA Polimeraz enziminin hata yapmaya yatkın olmasından değil, henüz bilinmeyen bir mekanizmanın bu enzimi bu şekilde yönlendirmesinden kaynaklanıyor. Bu da mutasyonların tesadüfi olmadığını gösteriyor.

ZARARLI MUTASYONLAR

Kanser yapıcı bazı zararlı mutasyonlara gelince, insanoğlu tarafından doğanın dengesini ve kendi biyolojik yapısını değiştirmesinden oluştuğunu tıp beyan ediyor ve yaygın bilinen bir olgudur. Yani insanın sanayi devrimi ile birlikte getirdiği kimyasal ve radyolojik maddelere bir insan ne kadar çok maruz kalırsa o kadar fazla kansere yakalanma ihtimali artıyor. Bugün artık fabrika artıklarının nehirleri nasıl kirlettiğini bu nehirlerin tarım topraklarına akıtıldığını ve böylece doğal sandığımız ürünlerin bile bize kansere yol açan mutasyonları oluşturan yiyecekler olarak sofralarımıza geldiğini biliyoruz. Veya hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz elektrikli aletlerimizin ne kadar radyasyon yaydığını, ömrümüz boyunca ne kadar radyasyona maruz kaldığımızı iyi biliyoruz. Tabi bu radyasyonun da kanserin temel etkenlerinden biri olduğu da bilinen bir gerçektir. İnsanın atmosferi kirletmesinin bir sonucu olarak ozon tabakasını incelttiğimiz ve bazen deldiğimiz, bunun sonucunda güneşin radyasyon barındıran UV ışınlarına çokça kendimizi maruz ettiğimizi de biliyoruz. Hatta bu doğal olmayan yaşama alışkanlıklarımızın oluşturduğu zararlı mutasyonlar sadece bizi değil, gonad hücreleri yolu ile çocuklarımızı da etkilemekte yani istenmeyen genetik mutasyonlara yol açmaktadır. Öyle ise zararlı mutasyonların hemen hepsini biz insanlık kendi elimizle oluşturmuş görünüyoruz. Üstelik bu doğada yol açtığımız bozunumun sonuçlarını sadece insanlık olarak çekmiyoruz, aynı zamanda hayvanlara ve bitkilere de çektiriyoruz. Evet, onlarda meydana gelen kanser vakaları da insanın doymaz iştahı sonucunda doğayı tahrip etmesinin bir sonucudur. Yine de kanserojenik maddelerin oluşturduğu mutasyonları da hücre içinde onaran mekanizmalar var. Bunların ancak binde birinden daha az bir kısmı kalıcı hale geçebiliyor. Bunlar ise kontrolsüz mutasyonlar olup çoğu zararlıdır [4].

Muhtemelen sanayi devriminden önce insanların maruz kaldığı en önemli kanserojenik madde fazla kızartılmış etler, ateşin dumanında fazla kalmak veya uzun süre kabızlık problemi yaşamaları sonucu bağırsaklarında oluşan doku tahripleri gibi nedenlerdi. Yine bu etkenlerde insanlık tarihi kadar eski mutajenik ve kanserojenik etkenlerdir ama insanoğlunun doğasıyla uyuşmadığı açıktır. Çünkü insan vücudu dumanda kalmayı doğal karşılamaz, öksürük ile, nefes tıkanması ile yanıt verir. Devam ederseniz akciğer hastalıkları ile sizi uyarır. Sonra ateşte pişirilirken yanmış bir yiyeceği yemek isterseniz en başta bunu damağınız reddedecektir. Tadından hoşlanmayacaktır. Fazlaca yerseniz, mideniz kabul etmeyecektir, kusma mekanizmalarını tetikleyecektir. Demek ki aslında doğal olmayan her maddeye karşı vücudumuzda bizi uyaran bir erken uyarı mekanizması var. Buna rağmen bu alışkanlıklara devam edilmesi ise insanın kendi tercihi ile hem vücut hücrelerinde mutasyona neden olup kanser oluşturabilmekte, hem de gonad hücrelerinde (sprem ve ovum) zararlı mutasyonlar oluşturup sonraki nesillere aktarmaktadır.

Bütün bunlar düşünüldüğünde, doğada kendiliğinden bir zararlı mutasyon ortaya çıkmayacağı, sadece insanın yanlış uygulamalarının sonucunda kendisine veya çevresindeki diğer canlılara zararlı mutasyon deneyimini yaşatabileceği sonucu çıkıyor. DNA eşleşmesi sırasında oluşan mutasyonlar ise kanserojenik bir etkene bağlı değilse yani bir hücre patolojisinden ortaya çıkmamışsa masum gibi görünüyor. Bu tezi destekleyen kanıtlardan bir tanesi ise canlıların genlerindeki baz dizilimlerinin en hayati noktalarında mutasyonlar oluşmaması. Durumu çözümlemek için şöyle bir soru sormamız gerekiyor; Mutasyonlar tamamen tesadüf ise neden genlerin hayati bölgelerinde mutasyon olmuyor ve bu bölgeler korunuyor? Moleküler biyoloji literatüründe bu bölgelere korunmuş bölgeler “conserved sequence” adı veriliyor. Bu bölgelerdeki mutasyonlar genleri işlevsiz yapabilecek derecede ciddi sıkıntılar doğurabilir. Farklı türlerin bu kısımları iyi korunduğundan dolayı bu bölgeler birbirine çok benzer. Fakat kuvvetli bir mutajenik maddeden etkilenebilirler, böylece hücrede işlev yitimine ve kansere neden olurlar. Yani mutasyonların mekanizması incelendiğinde kendi kendine oluşan mutasyonların genetik hastalıklara veya kansere yol açmadığı, tersine hayatın çeşitlenmesine ve güzelleşmesine yol açtığı görülebilir. Genetik hastalıklara ve kansere yol açan mutasyonların kaynağı ise insandır. Evet insandan başka hiçbir canlı doğaya mutajenik madde yaymaz. Doğayı yaşanmaz hale sokmaz. Doğanın dengelerini bozan insandır ve doğada ona hastalıklarla yanıt vermektedir.

YÖNLENDİRİLMİŞ MUTASYON İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR (Adaptive mutation veya Directed mutation)

Darwinizm’de mutasyonların belirli bir amacı ya da planı olmadığı, genellikle rastgele olması gerektiği varsayılmıştır. Yani organizma ihtiyaç duyduğu için mutasyonlar oluşmaz. Mutasyonların amaçlanan veya kasıtlı bir avantajı olamaz. Mutasyonlar organizmanın özelliklerini rastgele değiştirecektir ve doğal seçilim ise değişmiş özelliğin organizma için yararlı olup olmadığını belirleyecektir. Bu, klasik neo-Darwinizmdir.

Rastgelelik varsayımı Darwin’in teorisini Lamarck’ın teorisinden ayıran önemli bir özelliktir. Darwin ile aynı zamanlarda evrim teorisi geliştiren Lamarck’a göre ise değişimler çevresel faktörlerden kaynaklanır, yani çevreye uyum sürecine göre değişim meydana gelir. Dolayısıyla Lamarck’ın teorisinde bir rastgelelikten ziyade değişimin bir program dahilinde olması gerektiği sonucu çıkar. Tabi bu iki görüşte kendi zamanlarında birer felsefik görüş olmaktan öteye gitmemiştir, çünkü bunun kanıtlanabileceği bir bilimsel ortam yoktur.

Fakat modern bilimsel çalışmalar DNA üzerinde mutasyonların her noktada eşit şansta çıkma olasılığının olmadığını [5] bazı bölgelerde diğerlerinden çok daha fazla mutasyon görüldüğünü keşf etmiştir. Bu noktalara “hot spot” denir [6].

 Bazı bölgeler ise tam tersine çok nadir mutasyon geçirir. Böyle bölgelere ise korunmuş bölgeler denir [7]. Bu korunmuş bölgelerin ise yaşamın devam etmesi için hayati önemi olan genlerde görülmesi ise tesadüf değildir.  Özellikle yüksek gen ekspresyonu yani yüksek miktarda protein oluşturan genler üzerindeki mutasyonlar çok nadirdir [8].

Mutasyonların rastgele mi yoksa ihtiyaç halinde mi ortaya çıktığı uzun zamandır araştırmacıların zihinlerini meşgul etmiştir. Bunu tespit edebilmenin en kolay yolu da yeni jenerasyonların en hızlı üretilebildiği canlılar olan bakteriler ve mayalar gibi mikroorganizmalar üzerinde çalışmakta bulmuşlardır [9].

 Bakteriler üzerindeki bulgular ise mutasyonların gerektiği zamanlarda ortaya çıktığını göstermektedir. Çalışmalar bu yararlı  mutasyonların gerektiği şekliye zincirleme olarak meydana çıktığını göstermiştir [10].

Bazı araştırmacılar bu mutasyonları klasik neo-Darwinist görüşlerle açıklamaya çalışmışlardır [11].

 Ama kendi hesaplamaları bile, bu mutasyonların rastgele mutasyonel bir olgu gibi açıklanması  ihtimalinin çok düşük olduğunu ortaya koymaktadır [12].

Başlangıçta yönlendirilmiş mutasyonlar olarak adlandırılan bu fenomene artık adaptif mutasyonlarda denmektedir. Anlaşılacağı gibi, kavram şu anda son derece tartışmalıdır. Çünkü henüz aydınlatılması gereken çok eksik bilgi var. Örneğin doğal şartlar altında zararlı bir mutasyonun ortaya çıkmayacağı hep organizmanın ihtiyaç duyduğu mutasyonların oluşacağı ifade ediliyor. Zararlı mutasyonların ise ancak kanserojenik maddelere zaman içinde maruz kalıp hücrenin düzenini bozacak proteinlerin yeni zararlı mutasyonları tetiklemesi olduğu belirtiliyor. Bu teori yeni çalışmalarla kuvvetlendikçe mutasyonların rastgele olması ihtimali tamamen çöpe atılacaktır ve bu mutasyonlar arkasında da akıllı bir yönlendirmenin olduğu belli olacaktır. Bu eksik bilgiler önümüzdeki süreçlerde aydınlandıkça mutasyonların neden DNA’nın her bölgesinde eşit miktarlarda ortaya çıkmadığı daha iyi anlaşılacaktır.

Yine de şu an için mutasyonların rastgele oluşmadığına dair çok sayıda kanıt vardır [13].

Bazı çalışmalarda farklı bakteri popülasyonlarının çevresel şartlara karşı birbirlerinden bağımsız olarak aynı mutasyonu geliştirdikleri keşf edilmiştir [14].

Ayrıca gereklilik halinde bazı antikorların oluşması için belirli mutasyonların da oluştuğu gözlenmiştir [15].

Bazı çalışmalarda da hücrelerin çevresel etkilere karşı kromozomal yapılarını değiştirdiği ve adaptasyon sağlamak için metilasyon mekanizmasını kullandığı belirlenmiştir [16].

Bazı enzim gruplarının ise mutasyon yerini belirlemede rol oynadıkları ortaya çıkan bir başka gerçektir [17].

Martincorena ve arkadaşları 34 adet Escherichia coli bakterisi suşuna ait 2.659 geni kapsayan 120.000 adet tek nokta polimorfizm (SNP) mutasyonu üzerinde detaylı bir araştırma yapmışlardır. Araştırmanın konusu ise mutasyonların rastgele mi yoksa bir plan dahilinde mi ortaya çıktığıdır. Dünya’nın en saygın bilimsel dergisi olan Nature’da yayınlanan makale de araştırmacılar şu sonuçlara varmışlardır:

Bizim bulgularımız mutasyonların tesadüfi olarak ortaya çıkmadığı ve zararlı mutasyonları engelleyecek şekilde düzenlendiği yönündedir. Mutasyon mekanizmaları için çok daha ileri mekanizmalar vardır ki şu anki bilgi seviyemizin üzerindedir. Mutasyon oranları 3 seçici güç tarafından idare ediliyor: Zararlı mutasyonları durdurmak, Ortama adaptasyon sağlama ihtiyacı, DNA eşlenmesi ve tamirine bağlı kalmak [18].

Ayrıca çok ilgi uyandıran bir çalışmadan söz etmek istiyorum. Harvard Üniversitesindeki laboratuvarında Michael Desai evrimi iş başında gözlemlemek için bir çalışma yaptı. Dünya’nın en hızlı üreyen mayaları üzerinde çalışan araştırmacı, bu mayalardan birbirinden bağımsız 640 adet farklı popülasyon oluşturdu. Bunları 500 jenerasyon boyunca büyüttü ve robot asistanı her popülasyondan her jenerasyonda yaşama en uyum sağlayan mayayı tutup diğerlerini ise ekarte etti. Böylece doğadaki doğal seleksiyon olayını gerçekleştirmiş oldu. Bu araştırmasında evrimin programlanmış olup olmadığını ve mayaların aynı şekilde değişip değişmediğini araştırıyordu.

Birçok biyolog mutasyonların şansa bağlı olduğunu ve hayatın hiçbir zaman aynı yönde gelişemeyeceğini düşünüyordu. Onlara göre hayatın başlangıcındaki farklı tek bir mutasyon bile şu andaki hayatı tamamen farklılaştırabilirdi. Desai ise bu soruyu masaya yatırdı. Çalışmanın sonucu ise ilginçti. Bütün popülasyonlar hangi genetik değişim yolunu tutmuş olurlarsa olsunlar sonunda bütün hepsi aynı noktaya ulaşıyor ve birbirlerine benziyorlardı. Yani başlangıçta birbirlerinden farklı oluşan mutasyonlar canlının son halini etkilemiyordu ve hepsi zorunlu bir genetik yapıya doğru ilerliyorlardı. Bu çalışma bilime şunu kazandırdı, mutasyonlar rastgele oluşuyormuş gibi görünse de aslında hiç te rastgele olmadıklarını tam tersine programlı bir değişime göre düzenlendiklerini göstermiştir [19]. Mutasyonları rastgele diye tanımlamamız neye göre oluştuklarını tam olarak keşfedemeyişimizdendir.

Moleküler biyolog James Shapiro, değişim sürecinde rastgele mutasyonların görülmediğini ve bir program ile gerçekleştiğini belirtir [20].

Araştırmacı Perry Marshall bu yönlendirilmiş mutasyon gerçekliğini Darwinizm ile bağdaştırmak isteyen kişilerdendir [21]. Yönlendirilmiş mutasyonun keşfini Darwinizm’in yeni versiyonu olarak, yani Dawrinizm 2.0 olarak açıklamaktadır. Darwinizm 2.0 fikrini organizmanın çevresel etkenlere adapte olabilmesi için ani ve büyük değişiklikler yapması olarak tanımlamaktadır. Bu programlanmanın ise hayatı yaratıcıya bağlamaya götürdüğünü söylemiştir.

Chandra Wickramasinghe ise New Scientist dergisinde tesadüfi mutasyonların hayatı bu şekle getirme ihtimalinin, bir tayfunun bir Boeing 747 uçağı yaratabilme olasılığından farksız olduğunu belirtmiştir [22].

SONUÇ

Sonuç olarak DNA kopyalanırken oluşan mutasyonlar canlılığın çeşitlenmesini sağlıyor. Canlıların sürekli değiştiği muhakkak, fakat bu değişimler tesadüfi mutasyonlarla olmuyor. Adaptif veya yönlendirilmiş mutasyonlar dediğimiz, ihtiyaca göre şekillenen mutasyonlarla oluşuyor. Bu da, DNA kopyalaması sırasında ki hatalı eşleşme dediğimiz durumların aslında bir hata olmadığını, tersine planlı bir sistemin bir parçası olduğunu gösteriyor.

Mutasyonların tesadüf eseri oluşmadığı, tesadüfi mutasyon kavramının yerini yönlendirilmiş mutasyon kavramının aldığı yeni yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bu yazıyı biraz geliştirerek konuyu detaylı şekilde şu yazıda açıkladık: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2022/01/yonlendirilmis-mutasyon-yonlendirilmis-mutasyon/

Yazıyı mutlaka okuyun.

KAYNAKLAR

  1. https://www.nature.com/scitable/topicpage/dna-replication-and-causes-of-mutation-409
  2. “Visualizing Transient Watson-Crick Like Mispairs in DNA and RNA Duplexes,” Isaac J. Kimsey, Katja Petzold, Bharathwaj Sathyamoorthy, Zachary W. Stein, and Hashim M. Al-Hashimi. Nature, March 12, 2015. DOI: 10.1038/nature14227
  3. https://phys.org/news/2015-03-quantum-jitters-basis-evolution-cancer.html#jCp
  4. Martincorena, I., & Campbell, P. J. (2015). Somatic mutation in cancer and normal cells. Science349(6255), 1483-1489.
  5. Michael R. Garvin and Anthony J. Gharrett, “Evolution: Are the Monkeys’ Typewriters Rigged?,” Royal Society Open Science 1, no. 2 (2014): 140–172, doi:10.1098/rsos.140172; and Iñigo Martincorena, Aswin S. N. Seshasayee, and Nicholas M. Luscombe, “Evidence of Non-random Mutation Rates Suggests an Evolutionary Risk Management Strategy,” Nature 485, no. 7396 (2012): 95–98, doi:10.1038/nature10995.
  6. Igor B. Rogozin and Youri I. Pavlov, “Theoretical Analysis of Mutation Hotspots and Their DNA Sequence Context Specificity,” Mutation Research/Reviews in Mutation Research544, no. 1 (2003): 65–85, doi:10.1016/S1383-5742(03)00032-2.
  7. Wilson, B., Marslen-Wilson, W. D., & Petkov, C. I. (2017). Conserved sequence processing in primate frontal cortex. Trends in neurosciences40(2), 72-82.
  8. Martincorena et al., Evidence of non-random mutation rates suggests an evolutionary risk management strategy, Nature, 2012/04/22/online, 485, http://dx.doi.org/10.1038/nature10995
  9. John Cairns, Julie Overbaugh, and Stephan Miller, “The Origin of Mutants,” Nature335, no. 6186 (1988): 142–145, doi:10.1038/335142a0.
  10. Barry G. Hall, “The EBG System of  Coli: Origin and Evolution of a Novel β-Galactosidase for the Metabolism of Lactose,” Genetica118, no. 2 (2003): 143–156; and Barry G. Hall and Daniel L. Hartl, “Regulation of Newly Evolved Enzymes. I. Selection of a Novel Lactase Regulated by Lactose in Escherichia coli,” Genetics 76, no. 3 (1974): 391–400.
  11. John R. Roth, Elisabeth Kugelberg, Andrew B. Reams, Eric Kofoid, and Dan I. Andersson, “Origin of Mutations Under Selection: the Adaptive Mutation Controversy,”  Rev. Microbiol60 (2006): 477–50, doi:10.1146/annurev.micro.60.080805.142045.
  12. Georgia Purdom and Kevin Anderson, “Analysis of Barry Hall’s Research of the  coli ebgOperon: Understanding the Implications for Bacterial Adaptation to Adverse Environments,” Proceedings of the Sixth International Conference on Creationism, Pittsburg, PA: Creation Science Fellowship, 2008.
  13. Paulien Hogewoge, “Non-Random Random Mutations: A Signature of Evolution of Evolution (EVOEVO),” Proceedings of the European Conference on Artificial Life(2015): 1, doi:/10.7551/978-0-262-33027-5-ch001 .
  14. Matthew D. Herron and Michael Doebeli, “Parallel Evolutionary Dynamics of Adaptive Diversification in Escherichia coli,” PLoS Biol11, no. 2 (2013): doi:10.1371/journal.pbio.1001490.
  15. Darryll D. Dudley, Jayanta Chaudhuri, Craig H. Bassing, and Frederick W. Alt, “Mechanism and Control of V(D)J Recombination versus Class Switch Recombination: Similarities and Differences,” Advances in immunology86 (2005): 43–112, doi:10.1016/S0065-2776(04)86002-4.
  16. Bernard Angers, Emilie Castonguay, and Rachel Massicotte, “Environmentally Induced Phenotypes and DNA Methylation: How to Deal with Unpredictable Conditions until the Next Generation and After,” Molecular Ecology 19, no. 7 (2010): 1283–1295; and Jiang Zhu, Mazhar Adli, James Y. Zou, Griet Verstappen, Michael Coyne, Xiaolan Zhang, Timothy Durham et al., “Genome-wide Chromatin State Transitions Associated with Developmental and Environmental Cues,” Cell152, no. 3 (2013): 642–654, doi:10.1016/j.cell.2012.12.033.
  17. Yishay Pinto, Orshay Gabay, Leonardo Arbiza, Aaron J. Sams, Alon Keinan, and Erez Y. Levanon, “Clustered Mutations in Hominid Genome Evolution are Consistent with APOBEC3G Enzymatic Activity,” Genome Research 26, no. 5 (2016): 579–587, doi:10.1101/gr.199240.115.
  18. Martincorena, I., Seshasayee, A. S., & Luscombe, N. M. (2012). Evidence of non-random mutation rates suggests an evolutionary risk management strategy. Nature, 485(7396), 95.
  19. http://science.sciencemag.org/content/344/6191/1519?sid=35505519-2592-4b91-ab02-ae3aafdb1eb2
  20. James Alan Shapiro. Evolution: a View from the 21st Century (Pearson Education, 2011).
  21. Perry Marshall, Evolution 2.0. Breaking the Deadlock between Darwin and Design(Benbella Books, 2015).
  22. New Scientist, 21 January 1982, s 140

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner

Kurtuluş Berzan

Yazar 1979 doğumludur. Palandöken dağının eteklerinde yaşamaktadır. 20 yıldır dini ve bilimsel kitaplar okumaktadır. 2018 yılının başından beri öğrendiklerini, çözümlemelerini ve yeni araştırmalarını bu sitede yayınlamaktadır. Doktora derecesine sahiptir. Yazılarımızdan alıntı yapma kuralları için tıklayınız.

4 Yorum

  1. Burda mutasyon yanlış anlaşılmış. Canlıların çeşitliliği ile mutasyonun bir alakası yok. Yazilimcilara nasil yazılım yaptıklarını sorrsaniz anlatırlar. Mesela whats app ya karşı tarafın yazıyı okuduğunu mavi çektik çıktığında görürüz. Bunu yapan yazılım mühendisi kesinlikle bunu bilerek yapmıştır. Kesinlikle bunun tersini yazılım muhendisine anlatamazsin. Alemdeki tezatlar yaratanin yaptigi farklı sistemlerin cakismasi ile meydana gelir diyebiliriz doğrusunu Allah bilir. Zaten Kuranı Kerimde Cenabi hak daha iyisini de yaratir anlamında ayetler olduğunu hatırlıyorum. Yaratılan mutlak anlamda mükemmel değil mukemmellestirilemez degil. Bakiniz.https://ntlr.wordpress.com/2017/11/25/yaratan-yaratip-birakir-mi/ https://ntlr.wordpress.com/evrim-teorisi/

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Öncelikle sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Şunu belirteyim ki bu yazı uzman bir genetikçi tarafından yazıldı. Mutasyonun genetik çeşitliliğe sebep olmadığını hiçbir bilim insanı söylemez. Çünkü bu artık bahsi bile edilmeyecek derecede aşılmış bir konudur. Sayısız deneyler ve gözlemlerle artık bilimsel bir kanun olarak yerini almıştır. Tesadüfi Evrimi böyle geçersiz fikirlerle çürütmeğe kalkarsanız diğer söyleyeceklerinizi de artık kimseye dinletemezsiniz ve karşınızdaki insanların Yaratılışı hafife almalarına sebep olursunuz. Aslında tesadügi evrimin çürütülecek çok noktası olduğu halde yanlış bir noktadan tutmaya çalışırsanız rakibiniz zayıf olduğu halde size üstün gelir. Mutasyon ve çeşitlilik hakkında detaylı yazılar okumanızı tavsiye ederim. Mutasyonun doğal seçilimin vs olması tesadüfi bir evrim fikrini geçerli kılmaz hatta tesadüfi evrim fikrini yukarıda anlattığım yeni çalışmalar yalanlıyor. Zaten bu mutasyon ve değişim gerçeğini ısrarla inkar yoluna gittiğimi için bilim insanlarının birçoğunun ateist olmasına zemin hazırlamadıkmı?

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

  2. Peki sanayi devriminden once, radyasyon, elektronik cihazlarin bulunmadigi zamanlar da da niye down sendromlu insanlar vardi? Analari duman soluyup yanmis et yedi diye mi? Eger sebebi buysa, niye daha cok 40 yasini gecmis kadinlarin dogurdugu bebeklerde goruluyor?

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Biyolojik olaylar zararlı etkenleri bir noktaya kadar absorbe ederler. Birkaç zararlı etken birikince, birde hücrelerin yaşlanması eklenince o zaman hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin kanser tek bir mutasyonla meydana gelmez. Bir hücrede birkaç ve bazen onlarca mutasyonun zamanla birikmesi gerekir. Bu yüzden kanserojen etkenlere ne kadar maruz kalırsanız o kadar birikme olur. Hücre bu birikmeleri ancak bir noktaya kadar tolere edebilir. Eskiden bu kadar kanserojen olmadığı için mutasyonlar hücre tarafından tolere edilebiliyordu. Kanser ortaya çıkmıyordu. Fakat günümüzde kanserojen madde bombardımanı içinde yaşayan insanlar için bile bu kadar az kanserin ortaya çıkması hayli korunaklı mekanizmaların vücudumuza yerleştirilmesindendir. Örneğin bir DNA mutasyona uğradığında birçok mekanizma devreye girerek mutasyonu tamir eder. Tamir edemzse etkisini azaltır. Eski zamanlarda genetik hastalıkların şimdikinden çok daha az olmasının sebebi budur. Ama o zamanlarda da genetik hastalıklar geçiren bireyler vücutlarını doğru kullanmadıkları için bu hastalıklar ortaya çıkmıştır. Örneğin yanlış beslenme sonucu sürekli kabızlık kolon kanseri yaptığı gibi, idrarını tutmayı alışkanlık haline getirmekte mesane kanserinin sebebidir. Yine aşırı stres bağışıklığın azalmasını ve oksidanların artmasını getirir, böylece mutasyon ve genetik hastalıklar artar. Yani eski zamanlarda da yaşam alışkanlıklarımıza bağlı olarak mutasyon geçirilirdi. Fakat bunlar çoğu zaman yeterli seviyeye çıkamazdı. Şimdi ise çıkabiliyor.

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

Başa dön tuşu