Peygamber

93# Kuran’ın cahiliye şiirleri ile alakası. ( Turan Dursun’a cevap )

Yazı biraz uzun oldu ama konuyu biliyorsanız sıkılmadan sonuna kadar okuyacaksınızdır.

İnsanlar her devirde ayrı şeylere önem verirler. Günümüzde ise insanların değer verdiği şeyler her on yılda bir değişmekte. Cahiliye Arapları içerisinde ise şiir söylemek ve kelimeleri ustaca kullanmak en büyük yetenek olarak kabul edilirdi. Şairlerin sözleri çok kuvvetliydi, halkı yönlendirebilir ve toplumun alışkanlıklarını değiştirebilirdi.(1) Mekke’de ve civar kentlerde kurulan panayırlarda şiir yarışmaları yapılır ve birinci olan şiirler Kâbe’nin duvarına asılırdı. Şairler toplumda en saygın insanlardı. Hal böyle olunca da Kuran’a karşı fikrî muhalif hareketlerin en ağır topları şairler olmuştu. Onlar yazdığı şiirlerle Kuran’ı ve Hz. Muhammed’i eleştiriyor ve toplumların Kuran’la buluşmasının önüne ciddi setler çekiyorlardı. İnsanlar Kuran ile şairleri karşılaştırıp hangisinin üstün geldiğine bakıyorlardı.

Böyle bir ortamda Allah kelamından beklenen ise amaçlarını şairlerin söyledikleri sözlerden daha güzelleriyle anlatması ve kullandıkları aynı kelimeler bir insan tarafından bu kadar ustaca kullanılması mümkün değil dedirtmesidir. Kuran’da öyle yapmıştır ve şairleri de dâhil herkesi büyük bir şaşkınlığa uğratmıştır. Arapların söz söyleme sanatında zirveye ulaştıkları bir dönemde Kuran’ın harikalığını anlamaları zor olmamıştır. Fakat onları şaşırtan en önemli şey 40 yaşına kadar okuma yazma bilmeyen, kitap okumamış, şiir söylememiş bir insanın Kuran gibi bir kitapla meydana çıkmasıdır. Bu insanlardan bir kısmı Kuran’ın hakkını verip çabuk iman ettiği halde bazıları ise sihirdir bahanesiyle kabule yanaşmamıştır. (2) İşte bu hakikat karşısında, Velid, Lebid, A’şa ve Ka’b b. Züheyr gibi belağat üstatları, Kur’an’ı her yönüyle takdir etmişlerdir.

İlgili Makaleler

Şairleri kendi alanlarında alt etmesine rağmen Allah Kuran’ın bir şiir kitabı olmadığını belirtmiştir.

Yasin 69: “O’na şiir öğretmedik! O’na yakışmaz da! O ancak bir hatırlatma ve apaçık bir Kurân’dır!”

Çünkü şiir daha çok hayal içerikli süslü cümleler olduğu halde Nesir ise hakikatleri kucaklayabilecek bir orkestra niteliğindedir.(3) Kuran kendisine karşı çıkan şairlerin sözlerini boş söz ve şaşkınlık olarak niteler ve onların yapamayacakları şeylerden ve hayallerden bahsettiklerini söyler:

Şuara 224-226. “Şairler var ya, bunların peşine de sapkınlar düşer! Görmez misin onlar her vadide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler?”

Kuran’ın belagat alanını bu işin üstadları daha iyi anlayabildiği halde örnek olarak bunlardan birkaçından bahsetmekte fayda var. Ünlü İngiliz bilim adamı Prof Abbas Adel, Kur’an’ın dilbilim açısından bir mucize olduğunu ispatlamak üzere hazırladığı Science Miracles (Bilimsel Mucizeler) adlı kitabında Kuran ayetlerinin yarısından fazlasının Nun harfi ile kafiyelenmiş olduğunu ispatlar. Bu oran kalem suresinde % 88.8, Neml Suresinde %90, Kasas Suresinde %92 ’dir. Bu verdiğimiz örnek haricinde işin üstatları Kuran’da geçen onlarca edebi sanatı örnekleriyle verirler. (4) (5) Fakat bunlar bu yazının konusu olmadığından fazla girmeyeceğiz.

Fakat Kuran’ın kolay kabul edilmesine ilişkin sebepler konumuzla alakalıdır. Bilindiği gibi kelime ve deyimler bir medeniyetin ortak düşüncelerinin kalıba dökülmüş halidir. Medeniyetler zaman içinde zevklerine ve ihtiyaçlarına göre bir kelime sistematiği geliştirmişlerdir, belirli kavramlarla konuşurlar, duygularını belirli şekilde ifade ederler. Bu ifade şeklini sanatsal bir şekilde kullanan şairler veya hatipler değer görür kabul edilirler. Fakat toplumun alışkın olduğu ifade tarzı veya değimlerin dışına çıkıldıkça sözler anlamını yitirmeye ve değersizleşmeye başlar. Herhangi bir toplumu dışarıdan ithal edilen söz ve deyimlerle etkilemekte çok başarılı olamayacağınız gibi, duygu ve düşüncelerini yansıtan kalıplaşmış deyim ve sözlerin ustaca ve ahenkle kullanılması da söz söyleme sanatındaki ustalığınızı gösterir. Kısacası Kuran ilk muhatapları olan Arapların anladığı dille konuşmalı, evrensel maksatlarını onların alışkanlıkları üzerinden verdiği örneklerle açıklamalıydı. Bir an için aksini düşünelim Örneğin Ğaşiye 17: “Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!” ayetinde deve yerine dinozorlar, penguenler veya kangurular deseydi. Ne kadar yararlı olurdu ve insanları ne kadar Yaratılış delillerine yönlendirebilirdi. Çünkü o zamanın Arap coğrafyasında bu hayvanları bırakın bilmeyi adlandıracak kelimeleri bile yoktu. Kuran ise yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı Arapça gramer kaidelerine uygundur ve bilmedikleri kelimelerle kendinin anlaşılmasını zorlaştırmaz.

Fakat Kuran’ın bütün insanlık için vermek istediği ana dersler olan Yaratılış, Allah’ın birliği ve Ahiret hayatı, adalet gibi bütün gerçeklerin Arap kültürü ve yaşantısı üzerinden örneklendirmiş olması ana maksadın diğer toplumlarda da anlaşılmasını engellemez. Hepimiz deve veya hurma gibi Arap coğrafyasında yetiştirilen canlıları tanırız. Öyleyse Kuran o zamanda deve yerine penguenler üzerinden örnek verseydi fıtratlarına ters düştüğü için Kuran anlaşılamadan reddedilecekti. Veya onların anladığı dilden örnekler verilecek hem onlar anlamış olacaktı, hem de başka coğrafyalardaki bütün Müslümanlar bu örnekler üzerinden ana mesajlar olan YARATILIŞ, ALLAH’IN BİRLİĞİ, AHİRET HAYATI VE ADALET gibi konuları anlayacaklardı. Allah ise olması gerekeni yapmış ve Kuran’ın ilk muhataplarının bildiği örnekler üzerinden tüm insanlığa mesajını anlatmıştır.

İbrahim 24-25: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır, düşünürler.”

Allah’ın sözleri Kuran’da bir ağaç gibi gösterilmiş ve bu ağacın her zaman meyve vereceği ifade edilmiştir. Yani güzel bir söz olan Kuran farklı toplumlara, farklı zamanlara, farklı kültürlere de kendi ihtiyaçlarına göre fayda sağlar. Eğer Kuran’da Cennet nimetleri Arapların sevdikleri nesneler üzerinden tasvir edilmişse Cennet’in bunlarla sınırlı olduğu anlamına gelmez. Cennet’te insan ihtiyaçlarına yönelik her şey olduğu ve Kuran’ın ilk muhatapları olması dolayısı ile Arapların değer verdikleri şeylerin nasıl olduğu biraz daha detaylıca açıklanır. Bu açıklamalardan bütün insanların aklına şöyle bir kapı açar ki “eğer bu anlatılanlar benim zevklerime uygun olmasa bile Cennet’te istediğimiz her şey var (ki anlatılan nimetleri sevmeyecek kimse bilmiyorum)”. Evet, Kuran büyük hakikatleri ilk önce Arapların anlayacağı tarzda anlatması hakikatlerin bunlarla sınırlı olduğunu göstermez.

Zuhruf 71: “Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız.”

ayeti ile verilen temsillerin sadece birkaç örnek olduğunu fakat Cennet’in bunlarla sınırlanamayacağını anlatır.

Yine Kuran’da belirtilen bazı kavramların cahiliye Arapları tarafından bilinmesi garip değildir (Cennet, cehennem, kader, sevap, amel defteri, peygamber adları, irem kavmi, Zülkarneyn, hesap, Mele-i A’la, Arş vb.). Çünkü Mezopotamya ve Arabistan yarımadası Kuran’da ismi geçen peygamberlere yurt olmuştur ve bu peygamberler bu bilgilerin toplum belleğine yerleşmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında da bu bilgilerin çoğu geçtiği için toplumların birbirlerinde yüzyıllar içinde bu tür bilgileri almış olmaları garipsenmez. Yine Hz. Muhammed doğduğunda İslam’a en yakın olarak bildirilen Hz. İbrahim’in getirdiği din olan Hanif dini de Mekke de yaşanıyordu ve bu tür bilgilerin çoğunluğu da Hanif dininden gelmiş olması şaşılacak bir şey değildir, çünkü şairlerin birçoğu Hanif dinine bağlıydı.(6) Fakat bu din zamanla unutulmaya başlamış belirsiz ibadetleri olan fakat tevhid inancını taşıyan bir inanış haline dönüşmüştü. Bu inancı benimseyenler putlara tapmamakta, putlar adına kesilen hayvanların etini yememekte, cennet, cehennem ve ahiretteki hesaba inanmakta, içki içmemekte ve Allah korkusuna dayalı bir züht hayatı yaşamaya çalışmakta, ancak belli bir ortak ibadetleri bulunmamaktadır. Hanif dininin çoğu öğretileri putperestlikten sonra da devam etmiş, bunlar hem putlara Tanrı diye taparken hem de Haniflikten öğrendikleri bir Allah’ı en büyük Tanrı olarak kabul etmekteydiler.(6) Bu şairlerin bazı şiirlerinde Allah’a övgüler görülürken bazen de putlardan bahsetmişlerdir.(6)

Haniflik dinine işaret eden bazı şiir beyitlerine örnek olarak(7):

İnsanın içinde olan ve gizlenmeye çalışılan şeyleri Allah bilir ve hesap günü için bir kitaba kaydeder.(8) Haniflik dini dışında kalan her din de, Allah katında yalan ve uydurmadır.(9)

Allah tek ilâhdır; ne doğurulmuş ne de doğurmuştur.(10)

 Allah kulunu hesap gününde en güzel amelleriyle mükâfatlandıracaktır.(11)

Allah’ın hiçbir ortağı yoktur ve kalplerde gizlenen her şeyi bilendir.(12)

İşler karıştığında binlerce rabbe değil tek Rabb’e yönelmek gerekir.(13)

Yine cahiliye toplumunun Allah’ı, ve dini kavramları bildiğini Kuran zaten haber veriyor.

Mü’minûn suresi 84-89: “De ki: ‘Biliyorsanız (söyleyin), dünya ve içinde bulunanlar kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. De ki: ‘Şu halde düşünmüyor musunuz?’ ‘Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir’ de. ‘Bunlar Allah’ındır’ diyecekler. De ki: ‘O halde sakınmıyor musunuz?’ ‘Biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmayan kimdir?’ de. ‘(Her şeyin yönetimi) Allah’a aittir’ diyecekler. De ki: ‘O halde nasıl büyüleniyorsunuz?’ ”

Bu putperest şairler sadece Hanif dininden öğretiler almamışlar aynı zamanda Hristiyanlıktan aldıkları öğretiler de şiirlerine yansımıştır. Hristiyanların Şa‘nîna ve Paskalya bayramları, rahipler ve fenerleri, kiliseler ve mihrapları, çanlar ve çalınışları gibi Hıristiyanlığa özgü bazı kelime ve terimlerin, Hıristiyan şairlerin yanı sıra, İmruulkays, el-Murakkışu’l-Ekber (ö.552), Nâbigâ ez-Zubyânî (ö. 604), Evs b. Hacer ve A‘şâ gibi cahiliye döneminin önde gelen putperest şairlerinin bazı şiirlerinde yer aldığını da belirtmek gerekir.(6)

KURAN VE CAHİLİYE ŞİİRLERİ

Kuran’da geçen birkaç ayetin cahiliye şiirlerinde de benzerleri geçmekte ve bundan dolayı sanki Kuran’ın cahiliye şiirlerinden alıntı yaptığı iddia edilmektedir. Fakat verilen örnekleri incelediğimde tahmine dayalı, niyet okumaya dayalı çıkarımlar olduğunu gördüm. Mesela diyorlar ki Hz. Peygamber bir sahabeye Ümeyye İbnu Ebi’s-Salt’ın şiirlerini okumasını söylemiş Çünkü şiir çalmak istemiş (!). Çıkarımları görüyor musunuz, Nereden nereye? Her şiir dinleyen veya merak eden şiir mi çalmak ister. Hz. Muhammed elbette ki bu toplumda söz sahibi olan şairlerle mücadele edebilmek için onlar hakkında bilgi sahibi olacaktı. Bu normal değil mi? Hemen nasıl böyle niyet okuyabiliyorsunuz?

Sonra demişler ki bu şairin kız kardeşi Mekke’nin fethinden sonra peygamberimize anlatmış ki “Ümeyye’nin göğsünün açıldığını ve kalbinin temizlendiğini söylediğine tanık oldum”. Ümeyye ünlü bir şair. Bu durumu ise İnşirah suresinde “biz senin göğsünü genişletmedik mi?” ayetine benzetiyorlar. Çünkü geleneksel yorumlara göre burada Peygamberimizin kalbinin çıkarıldığı ve şeytanın vesvese atması engellenip yerine konulduğu iddia ediliyor. Oysa ki bu ayet İslam’ın ilk zamanlarında Mekke devrinde inmiş fakat bu olayı ise şairin kız kardeşi Mekke’nin fethinden sonra anlatmıştır. Yani zaman çelişkisi var. Üstelik bu ayette göğsü kestik açtık, kalbini çıkardık gibi uçuk ifadeler geçmez. Sadece göğsünü genişletmedik mi der. Buna ise genellikle “seni ferahlatmadık mı?” anlamı verilir. Göğsün yarılması olayı kuvvetle muhtemelen Peygamberimizi efsaneleştirme adına insanlar tarafından sonradan uydurulmuş bir söylemdir.

Sonra demişler ki “bir şiirde Zulkarneyn’den bahsediliyor. Zulkarneyn’den Kuran’da da bahsedilir. Öyleyse çalıntıdır.” İyi ama Kuran’da zaten “Sana Zülkarneyn’den soruyorlar” diye başlar ve Zulkarneyn hakkında bilgiler verir. Yani Zulkarneyn’in zaten o toplumda bilindiği fakat detaylı bilgi sahibi olmadıkları Kuran’dan anlaşılıyor.

Şimdi, sahibi hakkında bile ihtilaf olan şu şiire bakalım. (Bir rivayete göre Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’e ait diğer rivayete göre Ümeyye b. Ebi Salt’a ait)

Allah ile beraber başka bir tanrıya tapmaktan sakın.

Çünkü doğru yol ortaya çıkmıştır.

O’nun şefkatine sığın, cinler de onun şefkatini umarlar.

Sen benim ilâhımsm Ey Rabbim, ümidimsin.

Seni Rab olarak seçtim, senden başka ikinci bir ilâha boyun eğecek değilim.

Sen ki lütuf ve rahmetinle,

Musa’yı elçi ve çağrıcı olarak gönderdin.

O’na dedin ki: Harun ile birlikte Firavun’a gidin.

O ki taşkınlık etmiştir, onu Allah’a davet edin.

O’na deyin ki: Sen mi şu yeri kazıksız olarak tesbit ettin ve onu bu sakin halinde meydana getirdin?

O’na deyin ki: Sen mi şu gökleri sütunsuz olarak diktin, insaf et, sen mi bunu bina ettin?

O’na deyin ki: Sen mi göğün ortasını aydınlatıcı kıldın, gece karanlı­ğı bastırdığında Ay’ı sen mi oraya yerleştirdin?

O’na deyin ki: Sabah olunca kim Güneş’i Dünya’ya gönderir?

Işığı Dünya’ya varınca kuşluk vakti her taraf aydınlanır.

O’na deyin ki: Topraktaki bitkileri kim yeşertir?

Hububat, toprağı kabartarak yükselir.

Ondan çıkan taneler, bitki başlarında bulunur.

Bunda da aklı başında olan kimseler için ibretler vardır.

Sen kendi lütfunla ey Rabbim, Yunus’u kurtardın,

Oysa o balığın karnında bir kaç gece kalmıştı.

Ey Rabbim, senin adını teşbih ile anarsam günahımın çok olduğunu görürüm. Ancak sen, benim hatalarımı bağışlarsın.

Ey kulların Rabbi, benim üzerime bağış ve rahmetini gönder, malı­mı ve çocuklarımı bereketli kıl, mübarek yap.»(14)

Şiirde Firavun ile Musa konuşması Kuran tarzında. Bu şiir eğer cahiliyeden gelmiş olsaydı Kuran tarzında bu kadar tevhid mesajları içermeyecekti. Bu şiirler neden putları övmek yerine Kuran gibi tek Allah’ı övüyor diye durup düşünmeniz gerekir. Sebebi çok açık çünkü bu tarz şiirler ya direk Müslümanlar tarafından yazılmış. Ya da asıl şiirlere eklemeler yapılarak anlamları değiştirilmiş, Kuran’ın tarzında tevhid inanışına bürünmüştür. Çünkü haşa Kuran bunu onlardan almış olsa çokça değiştirirmesi lazımdı. Neden aynısıyla anlatsın? Eğer bu Kuran’ı bahsettikleri gibi insanlar yazmış olsa diğer şairlerden iz bırakırlar mıydı? Böyle bir şeye ne gerek olurdu? Öyle bir harmanlarlardı ki eski şiirleri hissetmezdiniz bile. Ama konu Müslümanların cahiliye şiirlerini değiştirmesine gelince elbetteki putperest şiirleri Kuran’ın anlattığı gibi değiştireceklerdi. Dolayısıyla kimin yazdığı bile belli olmayan bu şiirin İslam zamanında yazılmış veya değiştirilmiş olması akla daha yatkındır.

Eğer düşük bir ihtimalle bu şiirin İslam’dan sonra değiştirilmediğini varsaysanız bile şiiri yazanın tevhid inancına sahip olduğu için o günün tevhid inanışını benimseyen Hanif dinine mensup olduğu anlaşılır. Hanif dini de zaten Hz. İbrahim’in dini olup tevhidden kırıntılar ve Hz. ibrahim’in öğretilerinden kalıntılar vardır. O yüzden böyle bir ihtimalde dahi şiirin doğruyu ve Allah’tan gelen aynı öğretileri söylemiş olması yadırganmaz. Kaldı ki örneğin göklerin sütunsuz yükseltilmesi gerçek bir hakikattir ve Kuran bir tevhid şiirinde geçen veya Hanifler arasında bilinen gerçek bir hakikati tasdik etmiş olurdu. Bu varsayımda, Kuran neden cahiliye şairlerinin tonla yanlış bilimsel bilgilerinden hiç almamış da hep doğruları tasdik etmiş diye düşünmek gerekir.

Bu varsayımsal hipoteze de değindikten sonra, Kuran’ın şiirlerden bir şey almış olmayacağını akademik bakış açılarıyla iki yönden ispat edeceğiz. Birincisi Araplar arasında şiirin değerli bir şey olması ve çalıntı şiirlere karşı oluşan antipati, diğeri ise cahiliye şiirlerinin değiştirilmiş olması konusudur.

  1. İntihal (çalmak): İntihal kelimesi terminolojik olarak, genellikle çalınmış şiir ve söz için kullanılır, bir şahsın başkasına ait bir sözü ya da şiiri haksız yere kendisine nisbet etmesi demektir.(15) Cahiliye devrinde şiir en önemli sanatsal faaliyet olup, halklar üzerinde çok kuvvetli etkileri olduğu için intihal olgusunu yakışıksız bulurlar ve intihal yapmamakla yani şiirlerinin özgün olmasıyla övünürlerdi. İntihal yapmak büyük bir kusur ve eksiklik olarak algılanırdı. İntihal yapanı eşya hırsızına benzetirlerdi.(15) Muallaka şairi Tarafe b. el-Abd, bir şiirinde bu durumu gayet açık ve veciz bir şekilde ifade ediyor:

“Ben şiir çalıp söz hırsızlığı yapacak değilim çünkü

Buna ihtiyacım yok fakat insanların en şerlisi intihâl yapandır.

Kuşkusuz senin söyleyeceğin en güzel şiir

Söylediğinde insanların doğru söyledi dediği şiirdir (Tarafe, t.y., s. 70)”

Başka bir örnek olarak Hz. Muhammed’in kendisine karşı yazılan şiirlere şiirle karşılık vermesine müsaade ettiği şairlerden  Hassân b. Sâbit’tir:

“Şâir geçinenlerin söylediklerini çalacak değilim

Zîrâ onların şiir dedikleri, benim şiirlerime denk değil”(16)

  1. Cahiliye şiirlerinin güvenilirliği: Cahiliyye şiirinin, zevk, eğlence, kadın, savaş vb. İslâm’ın hoş karşılamadığı temalar içermesi, bu şiirlerin İslâmî dönemde arka planda kalması ve unutulması ihtimallerini akıllara getiriyor. Dolayısıyla bu şiirlerin, gerçekten nispet edildikleri şairlere ve Cahiliyye dönemine ait olup olmadıkları konusu, İslâm ulemâsının gündemini bir hayli meşgul etmiştir.(17)

“Arap mirasının tedvini ancak hicri birinci asrın sonlarında başlamıştır; râviler de Cahiliyye ve İslâm’ın ilk önemine nispet edilen bu şiirleri rastladıkları herhangi bir bedevîden alıyorlardı. Böylece bir kasidenin çeşitli rivâyetleri arasında farklılıklar meydana gelmiştir. Bütün bunlara rağmen Nöldeke, bize ulaşan bu şiirlerin birçoğu hakkında söz söylenebileceği, bir kısmının intihal olduğu ve nispet edildikleri şairlere nispetlerinin sahih olmasının mümkün olmadığı görüşündedir.”(17)

Bu şiirlerden İslami motifler taşıyanların dilden dile aktarılırken içlerine bu motiflerin katılmış olması mümkün olabileceği gibi, bunların İslam geldikten sonra da yazılmış olması mümkündür. Çünkü bu konuda kaydedilmemiş sözlü kültür tarafından ikiyüz yıl boyunca nakledilen bilgilerin her anlamda güvenilirlikleri sorgulanır ve güvenilir olmayan bu bilgilerden aksi ihtimallerde varsa delil çıkarılamaz.

İslami motiflerin kullanıldığına bir örnek olarak, Kuss Bin Saide El İyadi’ya ait İslam’dan önce bir panayırda söylendiği belirtilen bir şiirde bir peygamber çıkmasının yakın olduğu belirtilirken, bir de ismi veriliyor ve Muhammed deniliyor. Şiir şudur:

“Şimdi ey İyad halkı! Nerede Ad ve Semud kavmi? Nerede babalar ve dedeler? Nerede hastalar ve yaşlılar? Hepsinin varacakları bir son var­dı. Kuss, kulların Rabbine, yeri bir döşek gibi döşeyen’e yemin eder ki, sûra üflendiği, halkın çağrıştığı, yerin aydınlandığı, öğütçünün öğüt verdiği, rahmetten ümit kesenin kenara itildiği, hakkı düşünenin gerçe­ği gördüğü günde hepinizin birer birer haşr olunacağına yemin eder. Meşhur gerçekten, parlak nurdan, en büyük hedeften sapan kimseye; kudret sahibi Allah’ın hüküm verdiği, uyarıcı Muhammed’in ha­zır bulunduğu, yardımcının bulunmadığı, adalet terazisinin kurulduğu, kusurların ortaya döküldüğü, bir grup insanın Cennete, bir grubun da çılgın alevli ateşe gittiği günde yazıklar olsun!(18)

      Oysaki çıkacak peygamberin adının Muhammed olduğunu bilmeleri çok zor bir ihtimal. Bu ise şiirlere çok sayıda İslami motifler eklendiğini gösteriyor.

Yine Arap edebiyatı tarihinde önemli bir yere sahip olan Cahız (ö. miladi 869) bu şiirlerin toparlandığı devirlerde yaşamış ve Kuran ifadeleri taşıyan şiirlerin uydurma olduğunu beyan etmiştir. Örneğin, cahiliye şairlerinin ileri gelenlerinden olduğuna yemin ettiği el-Efveh el-Evdî’nin bir kasidesinde, Kur’an’da yer almış olan ve İslamî terminolojiyi çağrıştıran “remy (atış)”, “şihab (ateş sütunu)” ve “kazf (atmak)” kelimelerinin yer almasını, bu kasidenin uydurma olduğuna delil olarak göstermekte ve hiçbir şiir ravisinin bundan kuşku duymadığını söylemektedir (20)

Yine el-Merzubânî (ö. miladi 994) cahiliye şiirlerini çok yönden inceleyen ve eleştirilerini yapabilen bir edebiyatçıdır. Cahiliye şiirlerinde sahih olmayanlar olduğunu belirtmiştir. Örneğin, Asma‘î’den (ö. 216/831) naklen, en eski cahiliye şairlerinden olup bu dönem şiirinin olgunlaşmasında önemli rol oynadığı için Muhelhil lakabı verilen ve ilk defa otuz beyitlik uzun bir kaside yazıp diğerlerine örnek olan25 ‘Adî b. Rabî‘a (ö. 531) hakkında: “Şiirinin çoğu onun adına uydurulmuştur” diyebilmiştir. (21)

Bir müsteşrik olan Nöldeke’ye göre bu şiirin bir kısmının gerçek olması mümkün iken diğer bir kısmı intihal olup cahiliye şairlerine ait olması mümkün değildir. Ahlwardt ise, konuyu doğrudan Arap yazı ve tedvin tarihiyle ilişkilendirerek cahiliye şiirlerinin söylenişi ile yazılışı arasında uzun zaman geçtiğini ve bu şiirin, iki asra yakın bir zaman boyunca ağızdan ağza rivayet edildiği için yanlışlık ve intihale maruz kaldığını ileri sürmektedir. Ahlwardt, ravilerin güvenilmezliğine vurgu yaparken özellikle en büyük iki cahiliye şiiri ravisi olan Hammâd (ö.155/771) ve Halef el-Ahmer’e (ö.180/796) ağır eleştiriler yöneltmektedir. Hatta ona göre, Şenferâ’nın Lâmiyyetu’l- ‘Arab adlı ünlü kasidesini Halef uydurup ona mal ettiği gibi, aynı şeyi Teebbataşarran (ö.530), İmruulkays, Nâbiga ez-Zubyânî (ö.604) ve diğerleriyle ilgili olarak da yapmıştır. O, intihalden sadece ravilerin değil, aynı zamanda tashih gerekçesiyle bazı dilcilerin de sorumlu tutulabileceğini, ilave olarak dini sebeplerin de bu konuda rol oynamış olabileceğini savunmaktadır.(21)

Cahiliyye şiirinin gerçekliği bağlamında olumsuz anlamda en radikal görüşlerden birine sahip olan İngiliz müsteşrik Margoliouth (ö.1940), bu şiire birçok yönden eleştiri getirmektedir. Örneğin, klasik Arap edebiyatı kaynaklarının birçoğunda Ad, Semûd hatta Hz. İsmail ve Hz. Âdem’e kadar dayandırılan şiirlerin bulunması. Margoliouth da, Nöldeke gibi câhiliyye şiirinin yazıya geçiriliş sürecine kuşku ile yaklaşır ve bu şiirlerin yazıya geçirilmek suretiyle korunamayacağını işaret eden sebepler sıralar:

  1. a) Söylendiği gibi Cahiliyye şiirleri sözlü rivâyetle aktarıldıysa toplumda bu şiirleri ezberlemeyi meslek haline getirmiş kimseler olması gerekirdi ki buna dair bir bilgiye sahip değiliz.
  2. b) Cahiliyye adetlerini yeren çok sayıda hadis ve Şuara sûresindeki “Şâirlere sapıklar uyar.” mealindeki âyet, Cahiliyye toplumuna dair kültürel ya da edebî malzemelerin aktarılmasına izin vermiyordu.(15)

Ekleme olarak şunu ifade edelim. Hele İslam’a aykırı putperest tarzı şiirlerin aktarılması daha zordu.

Cahiliye şiirleri konusunda en tanınmış isimlerden biri olan Tâha Hüseyin (ö.1973), Cahiliyye şiiri hakkında bir takım şüpheleri olduğunu ve bu şüphelere götüren faktörlerin neler olduğunu ifade etmektedir.

Bu faktörleri birkaç başlık altında toplayalım:

  • Elde bulunan Cahiliyye şiirleri, Cahiliyye Araplarını, sosyal, siyasal, dinsel, kültürel vb. bakımlardan yansıtmıyor.
  • Arap yarımadası gibi büyük bir coğrafyada ortak bir şiir dilinin olması mümkün değildir. Nasıl oluyor da Yemen’de yazan bir şairle Hîre’de yazan bir şair, kendi yörelerinin lehçelerini yansıtmaksızın ortak bir dille şiir söyleyebiliyorlar?(15)

 Tâhâ Huseyn, şüpheye düştüğü konuları açıkladıktan sonra câhiliyye şiirinin tümüyle uydurma olduğunu, ondan bize çok küçük kırıntıların kaldığını iddia etmiştir.

“İslâmî dönemde ridde savaşları, fetihler ve daha sonra iç karışıklıklar meydana geldi.

Şiir rivâyet eden ve ezberleyenlerden pek çoğu öldürüldü. Emevîler döneminde büyük şehirlerde Araplar rahata kavuştular ve şiirleri araştırmaya koyuldular. Ne var ki, bu şiirlerin çoğunun kaybolduğunu ve geriye pek az şiir kaldığını gördüler. Araplar o gün, yanıp tutuşan milliyetçilik ateşini alevlendirecek şiirlere ihtiyaç duydular. Şiirleri çoğaltmak istediler ve muhtelif uzun-kısa kasideler ürettiler ve bunları kadîm şairlere nispet (intihâl) ettiler.”

Taha Huseyn gerekçelerini şu şekilde açıklamaya devam ediyor:

Güney Araplarına isnat edilen Islam öncesi nesri tereddütsüz reddediyoruz. Çünkü kendilerine nispet edilen nesir de şiir gibi, bilmedikleri bir dil ile, Kureyş lehçesiyle rivayet edilmiştir. Dolayısıyla doğru olmaması gerekir.

Çünkü bu insanların yazıda kullandıkları meşhur bir dilleri ve o dilde geriye bıraktıkları; okuyup inceleyebileceğimiz, kendilerinden sanatsal kurallar çıkartabileceğimiz bir takım mensur metinleri vardır.

Garip olanı, bize Kureyş lehçesiyle yazılmış olan tek bir metin bırakmamış olmalarıdır.

Bunlar Cahiliye Edebiyatı incelemesinde serd ettiğimiz sebeplerden dolayı Islam’dan sonra uydurulmuşlardır.

Doç. Dr. Mehmet Yalar, cahiliye şiirlerinde dinî meselelere, putlara ve onlara dönük ibadetlere yaygınlıklarıyla orantılı olarak ve gerektiği kadar yer verilmediğini bildirir.(6) Genellikle cahiliye dönemine ait doyurucu ve değerli bilgiler veren cahiliye şiirinin, cahiliye insanlarının dinî hayatlarıyla ilgili olarak önemli bir katkıda bulunmadığını belirten Cevâd ‘Alî’ye göre ise bunun nedeni, Müslümanların söz konusu şiiri put ağırlıklı olan dinî içeriğinden arındırmış olmasıdır. Bu iddiaya göre aynı zamanda kimi raviler, putlar ve putperestlikle ilgili şiirleri elden geçirerek içinde yer alan put adlarını çıkartıp yerine Allah lafzını koymuşlardır. Zira içinde Allah lafzı bulunan cahiliye şiirlerinin orijinalinde daha önce bu lafzın yerine bir put adı bulunduğu olmuştur.(19)

Tâhâ Huseyn’e göre şiir intihalinin sebeplerini aşağıdaki kısa maddeler altında toplayabiliriz:

  • Siyasî
  • Dinî
  • Kıssacılık: Halka hikâyeler anlatan kıssacılar, hikâyelerini süslemek için Cahiliyye şairlerine nispet ederek şiirler söylemişlerdir.
  • Şuûbîlik: Aslen Arap olmayan milletlerin, Arapları küçük düşürmek yahut başka sebeplerden ötürü şiir uydurmaları.
  • Râvilerin güvenilmezliği: Tâhâ Huseyn’e göre Cahiliyye şiirinin iki büyük râvisi olan Halef b. Ahmer ve Hammâd kişilikleri bozuk, menfaat düşkünü insanlardı. Bu yüzden bunlar kendi hevâ ve arzularına göre şiir uydurmuşlardır

Ünlü müsteşrik Margoliouth, sözlü rivayetlerin sıhhatini koruyacak tarzda bu sözlü aktarım işini meslek olarak yapan kimselerin bulunmadığını bundan dolayı sahih olmalarının mümkün olmadığını belirtir. Bazı şiirlerde kullanılan dilin, Kur’ân dili ile uyumlu olmasının şiirlerin uydurma olduğunun delili olarak göstermiştir.   Zira ona göre lehçe farklılıklarını bile aşmış bu olgunluktaki dilsel üslubun Kur’an sonrası sürece ait olması gerekmektedir. (21)

SONUÇ OLARAK;

  1. Kuran indiği dönemde Araplar söz söyleme sanatının ustasıydılar, bu yüzden Kuran kendilerine en güvendikleri alan olan belagatli ve fesahatli söz söyleme alanında Kuran’ın bir benzerinin yazılamayacağını göstermiş, onları Kuran’ın bir benzerini yazmaya davet edip meydan okumuştu. Fakat müşriklerin böyle kolay bir yol varken savaşmayı tercih etmeleri ve dönemin ünlü üstad şairlerinin Kuran’ın hakkını teslim etmeleri gösteriyor ki evet Kuran şairlerin söylediği tarzda bir şiir değildi fakat etkili ve güzel söz söylemede Kuran’ın benzeri yapılamazdı.
  2. Eğer Kuran şairlerin şiirlerinden çalıntı yapsa bu durum o zamanlarda çok şiddetli eleştirilecek ve müşrikler tarafından delil olarak kullanılacaktı. Oysa o zamanın dikkatli gözlerinde bile böyle bir iddia yokken Peygamberden 200 sene sonra yazılmaya başlanmış, ve o zamana kadar sadece hafızaların gücüne ve insanların doğruluklarına havale edilmiş şiirlerden Kuran’ın çalıntı olduğunu anlamak 1400 sene sonra gelen ve o dönemi tanımayan insanlar için yanlış sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.
  3. Kuran kendi ana maksatları olan Tevhid, ahiret hayatı, adalet ve peygamberlik gibi kavramları ilk muhataplar olan Arap kültürü üzerinden açıkladı. Fakat bu durum diğer milletlerin Kuran’ın bu ana maksatlarını ayrıntılarıyla anlamasını engellemiyor.
  4. Kuran’da belirtilen kavramların birçoğu Araplar arasında biliniyordu. Bunda Yahudilik, Hristiyanlık ve Hanifliğin etkileri vardı.
  5. Kuran’ın cahiliye şiirlerinden alıntı yapması mümkün değildir. Bunun sebebi ise;
  6. Kuran’ın indiği dönemde şiirler iyi bilinirdi ve herkesin gözü üzerinde olan Kuran’ın böyle bir intihali hemen fark edilirdi ve reddine sebep olurdu. Tartışmalar yaşanırdı. Oysa o dönemdeki en ufak tartışmalar bile nakledilmişken böyle bir tartışma veya suçlama yaşandığına dair bir rivayet yok. Yani dönemin müşrikleri bile Kuran bizim şiirlerimizden alıntıdır dememiştir.
  7. Kuran’ın birkaç ayetine benzer şiirler özellikle Emeviler devrinde yani aradan 200 yıl geçtikten sonra toparlanmaya başlamış ve orijinal kelimelerin yerine zamanla İslami literatür kelimeleri konulmaya başlanmıştır. Hatta birçok araştırıcı rivayet edenlerin cahiliye inanışlarını aktarmak günah olur düşüncesiyle Kuran ayetlerinden öğrendiklerini bunlar yerine kullandıkları kanaatindedir. Bunu tespit eden birçok araştırmacı cahiliyye şiirlerinin tümden uydurma olmasa da içlerine çokça uydurma karıştığı görüşünde ortak kanaattedir.

KAYNAKLAR

  1. Yalar M. İslami Arap Şiiri ve Hz. Peygamber. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2009;18(1).
  2. Kutup S, Çev. Süleyman Ateş. İstanbul: Hilal yayınları, ty. Kur’an’da Edebî Tasvir. 1991.
  3. Yılmaz İ. Sanatsal Söylemde Şiir ve Nesir. Dini Araştırmalar. 1998;1(2).
  4. YILDIRIM M. KUR’AN SANATI VE ESTETİĞİ ÜZERİNE. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. (16):161-79.
  5. Abbas Adel SM, Amana Publications, January, Beltsville (U.S.A)2000, s.86.
  6. YALAR M. Din Faktörü Işığında Cahiliye Şiirine Bir Bakış. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2006;15(2).
  7. PAK Z. CAHİLİYE ARAPLARINDAKİ ALLAH İNANCININ, KUR’AN’DAN HAREKETLE TESPİTİYLE İLGİLİ BAZI HUSUSLAR. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.5(1):311-30.
  8. Züheyr b. Ebî Sülmâ. Bk. Zevzenî Şl-Mas-S, s. 81.
  9. Ümeyye b. Ebi’s-Salt. Bk. eş-Şehristânî e-Mvn-N, II, 241; Cevad Ali, Târihu’l-Arab Kable’l-İslâm, VI, 485.
  10. Kus b. Sâ’ide el-İyâdî. Bk. eş-Şehristânî e-Mvn-N, II, 242.
  11. Alâf b. Şihâb et-Teymî. Bk. eş-Şehristânî e-Mvn-N, II, 244.
  12. Ubeyd İbnü’l-Ebras el-Esedî. Bk. Cevad Ali Tl-AKl-İ, VI, 506.
  13. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl. Bk. Cevad Ali Tl-AKl-İ, VI, 473.
  14. İbn Kesir. Büyük İslâm Tarihi. Cilt 1, Bölüm 7.
  15. Elmas M. Cahiliyye Şiirinin Gerçekliği Üzerine: İntihâl. IV Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi.113.
  16. Hassân BS. Dîvân. (nşr. V. Arafât). Beyrut: Dâru’s-Sâdır. 1974.
  17. SEZGİN F. Orjinallik ve İntihal Arasında Eski Arap Şiiri. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 1993;5(1).
  18. İbn Kesir. Büyük İslâm Tarihi. Cilt 2, Bölüm 7.
  19. Alî C. el Mufassal fî târîhi’l Arab kable’l İslâm. Kahire 1993;VI s. 11, 12.
  20. el-Câhız, Ebû ‘Usmân ‘Amr b. Bahr, el-Hayevân, (Thk. ‘Abdusselâm Muhammed Hârûn), s. 278-281; el-Hût, Muhammed Selîm, el-Mitulujya ‘inde’l-‘Arab, Dâru’n-nehâr, Beyrut, 1983, s. 239.
  21. Yalar, M. (2008). Cahiliye Şiirinin Tarihsel Gerçekliği Problemi. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi17(2).

asd

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner

Kurtuluş Berzan

Yazar 1979 doğumludur. Palandöken dağının eteklerinde yaşamaktadır. 20 yıldır dini ve bilimsel kitaplar okumaktadır. 2018 yılının başından beri öğrendiklerini, çözümlemelerini ve yeni araştırmalarını bu sitede yayınlamaktadır. Doktora derecesine sahiptir. Yazılarımızdan alıntı yapma kuralları için tıklayınız.

4 Yorum

  1. Muhammed peygamberlikten öncesinde güvenilir bir insan değil miydi? Hanif inancıyla büyümedi mi? Bu kadar güvenilir ve inançlı bir insan nasıl olurda Allah adına yalanlar söyler? Eğer popülarite için yapmış olsaydı ve kuran gerçekten bir beşerin sözü olsaydı, yüzlerce yıl üstünden geçtiği halde onda bir hata bulmamış olur muyduk? İşte bu makalenin bu kadar uzun olmasının sebebi de hata bulunmamış olması değil midir? Kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş ve Allah’ın sözleri onlara okunduğunda yüzleri kararan insanlar, bu nedenle böyle ithamlarda bulunmuş değiller midir? Uzun ve emek harcanan bir makaleyi hoşnutlukla okudum, kalbin güzellikler ve Allah’ın rahmetiyle dolsun.

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Teşekkür ederim kardeşim.

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

  2. Hocam verdiğiniz şiir büyük ihtimalle ümeyye b ebi salt a ait. Çünkü amr b nüfeyl nübüvvetten önce yaşamıştır. Ümette b ebi salt ise hanifti ve semavi dinlerin kitaplarını okurdu ve şiirlerinde dinlerede yer vermiştir(tdv islam ansıklopedisi) hocam cahiliye şiirlerinin korunmuşluğu hakkında şu link korunmadı diyenlere(fuad sezgin dahil) cevap veriyor: http://dergipark.org.tr/tr/pub/darulfunun/issue/51627/670022

    hocam ümeyye b ebi salt gogu sutunsuz olarak soyluyor bu o zamana göre ters bir inanc ama uslubu kurana cok benziyor cok kafama takıldı attıgım lınk uydurma degıl dıyor ızahı nedir?

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Yazıya şu paragrafı soruna cevap olarak ekledim:

      Eğer düşük bir ihtimalle bu şiirin İslam’dan sonra değiştirilmediğini varsaysanız bile şiiri yazanın tevhid inancına sahip olduğu için o günün tevhid inanışını benimseyen Hanif dinine mensup olduğu anlaşılır. Hanif dini de zaten Hz. İbrahim’in dini olup tevhidden kırıntılar ve Hz. ibrahim’in öğretilerinden kalıntılar vardır. O yüzden böyle bir ihtimalde dahi şiirin doğruyu ve Allah’tan gelen aynı öğretileri söylemiş olması yadırganmaz. Kaldı ki örneğin göklerin sütunsuz yükseltilmesi gerçek bir hakikattir ve Kuran bir tevhid şiirinde geçen veya Hanifler arasında bilinen gerçek bir hakikati tasdik etmiş olurdu. Bu varsayımda, Kuran neden cahiliye şairlerinin tonla yanlış bilimsel bilgilerinden hiç almamış da hep doğruları tasdik etmiş diye düşünmek gerekir.

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

Başa dön tuşu