Genel

357# Gibson’un Cami kıbleleri Petra’ya bakıyor iddiası

Dan Gibson, cami kıbleleri için önümüze koyduğu uydu resimlerine dayanarak, İslam’ın ilk 2 yüzyılı içerisinde inşa edilmiş camiler için üç temel yönelim olduğunu iddia ediyor. Camilerden bir kısmının Petra yönüne baktığını, bir kısmının ise Mekke Yönüne baktığını ve diğer birçoğunun ise Mekke ile Petra ‘nın ortalarında bir yere baktığını iddia ediyor. Gibson’ın kabullerine göre İslam’ın ilk iki yüzyılı içerisindeki ilk nesiller, kıble bulma konusunda oldukça ileri donanıma sahiptiler ve yüzlerce, binlerce kilometre öteden bile 1-2 derecelik sapma paylarıyla hassas kıble tayini yapabileceklerdi. Bu kabul dolayısıyla, Petra yönüne doğru bakan camilerin bilinçli şekilde ona yöneltilmiş olduğunu, Mekke ile Petra arasında bir yere bakan çok sayıdaki caminin de yine bilinçli şekilde bu yönlere yöneltildiğini iddia ediyor. Buradan hareketle şöyle bir kurgu önümüze koyuyor:

Gibson’a göre Abbasiler ile Emevilerin kıble tercihi farklı imiş. Güya İlk camiler Petra yönüne bakacak şekilde inşa edilirken Abbasiler isyan çıkarıp da Abbasi-Emevi çatışması dönemi başlayınca, Müslüman gruplar Abbasilerin yada Emevilerin nefretini kazanmamak için orta yere bakacak camiler inşa etmişlermiş. Sonrasında Abbasiler hakim olunca ise artık camiler Sadece Mekke yönünde inşa edilmeye başlanmış…

Gibson, tezini uydu resimlerine dayandırdığı için Google Earth yada benzeri programların uydu resimleriyle, camilere dair ortaya koydukları gösterimlerin ne derece güvenilir olduğu tartışılmıştır. Biz de komplopetra isimli blogumuzdaki makalemizde Google Earth gösterimlerinin hassasiyetini ele almış ve bazı örnekleri incelemiştik. Detaylı bilgi için bu makaleye bakabilirsiniz: https://komplopetra.blogspot.com/p/cami-kbleleri.html Sonuç olarak Google Earth‘ün hata payını bilemiyor olmakla birlikte, camilerin çoğunluğu için doğruya yakın gösterimler yapılabildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bilinmeyen bir hata payı olduğu uyarısıyla birlikte yine de Google Earth ‘ün sunduğu gösterim ve açıları değerlendirmekten geri durmayacağız.

Uydu resimlerinin sunduğu açısal verileri değerlendirmeden önce Gibson’a getirilen bazı eleştirilere değinmek istiyorum. Örneğin ilk camilerden bir bölümü dönüştürülmüş yapılardır. İlk yapıldığında tapınak ya da kilise olan bir takım yapılar camiye dönüştürülmüştür. Özellikle bu tipteki camilerin içerisindeki mihraba bakıp ölçüm yapmak gerekir. Halbuki Gibson ‘ın araştırması doğrudan doğruya yukarıdan çekilmiş resimlere dayanıyor. Şu an itibariyle yıkık durumda olan bazı sarayların temellerinin baktığı yönleri esas alıyor ve o saray kullanımdayken içerisinde Mescit olarak kullanılmış olan bir oda olacağını ve bu odanın da aynı yöne bakacağını düşünüyor. Mescit haline getirilecek bir odanın içerisine ne şekilde bir mihrap yerleştirilmiş olabileceğini nasıl bileceğiz? Günümüzde de bir çok insanın içinde yaşadığı ev kıble yönünde inşa edilmediği halde ibadet vakti geldiğinde insanlar kıble yönüne dönmektedirler. Ayrıca orta çağ astronomlarının kıble hakkında hazırladıkları tablolara ve çizdiklere şemalara bakıldığında doğal bir gelişim görülmektedir. Yani zaman ilerledikçe daha hassas kıble açıları tespit edilmekte daha doğru matematiksel prosedürler üretilmektedir. Bilinen ilk matematiksel prosedür 800 ‘lü yıllardan geliyor ve öncesindeki camiler bilimsel olmayan bazı metotlarla inşa edildiklerinden sapma paylarının büyük olabildiği görülüyor. Şu halde bir cami inşa edildikten onlarca, yüzlerce yıl sonra bir deprem yahut yangın yahut aşırı eskime gibi sebeplerle yıkılıp yeniden inşa edilmek istenecek olursa ikinci inşa için kullanılacak kıble açısı daha farklı ve daha doğru olacaktır ve bunda ters bir durum yoktur. İşte tam bu noktada getirilen bir öneri ve eleştiri vardır:

Mark Anderson kısa bir süre önce Gibson’ın tezini eleştiren bir yazı ortaya koymuş oldu. (Link) Bu yazıda kıble hususuna oldukça kısa bir yer ayırmıştı çünkü şu anlamda bir eleştiri yapıyordu:

Böyle bir tezin incelemesi için uydu resimleri yeterli olmaz şöyle ki, Gibson‘ın iddiası camilerin ilk kıblelerini belirlemeyi gerektirir. Bunun içinde her bir caminin arkeolojik kazısı yapılarak ilk temellerinin bulunması suretiyle caminin ilk kıble yönünün tespit edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Halihazırda Gibson yapılması gereken arkeolojik incelemeleri yapmayıp uydu resimlerine yaslanmakla yetindiği için Mark Anderson kısa yoldan Gibson’ın tezini reddetmekte haklıdır ancak biz bu yoldan gitmeyip uydu resimlerinin sunmuş olduğu açıları değerlendireceğiz. Bir kaç yıl önce Prof. David A. King’in Gibson’a cevap vermek için hazırlamış olduğu ilgili makale, açıklamamızın temelini oluşturacaktır. Prof. King ‘in ortaya koyduğu değerlendirmeye göre, Gibson‘ın sunduğu resimler ve açısal değerler esas alındığında bile ortaya çıkan genel tablo güçlü şekilde Mekke lehine olmaktadır. Prof. King’in yazısına girmeden önce müsadenizle, Gibson’ın tezine dair bazı eleştirilerimizi sunmak istiyoruz:

1. Hacer-ül Esved

a) Kıblenin Hacer-ül Esved ile ilişkili olduğunu gösteren hiçbir delil yok

Kur’an da farklı ayetlerde Ka’be’den söz edilmesine rağmen tek bir ayette bile Hacer-ül Esved anılmamıştır. Hadis kaynaklarına bakıldığında Hacer-ül Esved’e aşırı önem yükleyen hadislerin zayıf kaynaklar olduğu görülür. Güvenilir Hadis kaynaklarından hiçbirinde Hacerül Esved namaz kıblesiyle ilişkilendirilmemiştir. 4 mezhebin hiçbirinde kıble ile ilişkili olduğu düşünülmemiştir. Kıble ile ilgili hadisleri araştırırken az sayıda hadise ulaşabildim ve hiç birisi kıble ile ilişkilendirmiyor. Buna yönelik zayıf hadis dahî olduğunu sanmıyorum. Öyle ki çok zayıf çok güvenilmez bir söz dahî olsaydı, Gibson bunu bayraklaştırarak sunacaktı. Kıble hakkındaki ayet ise açıkça Mescid –i haram tarafına yönelmeyi emrediyor. Hadisler de bunun nasıl yapılacağını açıklıyor. Gibson’ın tezinin temel varsayımı , bu taşın yeri değiştirildiğinde kıblenin de değişeceği düşüncesidir. Oysaki Taşın İslam’da ki yeri hiçte öyle değildir. Gibson ‘ın temel varsayımlarından birisi (beklide en önemlisi) boşluktadır.

Hz. Ömer bir haccında Hacerü’l esved’e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: “Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim” (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI, 108-109).

b) Zamanında Yeri Değiştirildiğinde Hiçbir Şey Olmadı

TDV Ansiklopedisinde deniyor ki: https://islamansiklopedisi.org.tr/hacerulesved

“…..317’de (930) Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâbî Mekke’de yaptığı katliam ve yağma sırasında Hacerülesved’i yerinden sökerek Hecer’e götürmüştür. Böylece Kâbe uzun bir süre Hacerülesved’siz kalmış, ancak hacılar tavaf esnasında Hacerülesved mevcutmuş gibi bulunduğu yeri istilâm ederek (aş.bk.) tavaflarını yapmışlardır. Nihayet bir rivayete göre Fâtımî Halifesi Mansûr-Billâh’ın emriyle, diğer bir rivayete göre ise Abbâsî Halifesi Mutî‘-Lillâh’ın 30.000 dinar fidye ödemesi üzerine Hacerülesved Mekke’ye getirilerek (339/950-51) yerine yerleştirilmiş ve gümüş mahfazası tamir edilerek yenilenmiştir. Daha sonra Hacerülesved’i çalma veya ondan bir parça koparma yönünde birçok teşebbüs olmuşsa da bunlar engellenmiş veya koparılan parçalar özenle yerine monte edilmiştir. …..”

c)İlk Kıblemiz Olan Mescid-i Aksa’da Böyle Bir Taş Yoktur

İslam’da bir mabed’in kıble haline gelmesi için Hacerül Esvedi taşıması gerekiyorsa, nasıl oluyor da ilk kıblemiz Mescid-i Aksa olabiliyor?

d) Dağı nasıl taşıyacaklar?

Kabe sadece namazla ilişkili değildir. Kutsal şehrin yeri değiştirilemez. Kutsal şehir ve Ka’be aynı zamanda Hac ibadetiyle ilgilidir. Kıbleyi yanlış anlayan Gibson muhtemelen Tavaf ibadetini de Hacerül Esved’le ilişkili görecektir ancak Hac ibadetinin bölümleri vardır ve bunların tümü Kabeyle ilişkili değildir. Örneğin “Vakfe” ibadetini ele alalım. Tdv ansiklopesinde Vakfe için deniyor ki: https://islamansiklopedisi.org.tr/vakfe

Sözlükte “durmak, ayakta durmak, bir yerde beklemek” anlamındaki vakfe (vukūf) terim olarak hac ibadetini yerine getiren kişinin belirli bir zaman diliminde belirli yerlerde bir süre durmasını ifade eder. Vakfenin yapıldığı Arafat ve Müzdelife bölgelerine mevkıf denilir (Müslim, “Ḥac”, 149). Hacda gerçekleştirildiği mekâna nisbetle anılan iki vakfe vardır: Arafat ve Müzdelife vakfeleri.

Arafat Vakfesi. a) Vakfe Yeri. Arafat, Mekke’nin doğusunda Tâif yolu üzerinde kuzeyi, güneyi ve doğusu dağlarla çevrili engebesiz bir alandır ve Harem sınırının dışında Hil bölgesindedir (bk. ARAFAT). “Urene vadisi hariç Arafat’ın tamamı vakfe yeridir” gibi hadisler (el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥac”, 166; Müslim, “Ḥac”, 149) vakfe yerini bildirmektedir. .

b) Hükmü. Arafat vakfesinin haccın bir rüknü olduğu kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. Âyetler (el-Bakara 2/198-199), “Hac Arafat’tır” (Tirmizî, “Tefsîr”, 3) gibi hadisler, Hz. Peygamber’in ve ondan sonraki sahâbe ve tâbiîn neslinin mütevâtir uygulaması Arafat’ta vakfenin haccın rüknü olduğunda icmâın bulunduğunu gösterir.

Konumuz Hac ibadeti olmadığı için elbette tümünü vermeyeceğim. Şimdi sorumuzu sorup taşı gediğine oturtalım:

Eğer Hacerül evsedi taşımakla Ka’be’yi taşıyacağını sanıyorsan Hac ibadeti ne olacak? Mesela Arafat dağını nasıl taşıyacaksın?

Bu iş gizli saklı yapılacak bir işte değil, unutturulacak bir işte değildir. Her yıl hac ibadeti olduğu ve günde 5 vakit namaz kılındığı gerçeği unutulmamalıdır.

e) Taş nasıl iki yerde birden oluyor?

Gibson’a göre Abbasi – Emevi çatışması sırasında bu iki grubun kıbleleri farklı imiş. Pardon ama hani taşın gittiği yere dönmek gerekiyordu? (Gibson kabullerine göre)

Yani gruplardan en az biri yüzünü taşın olmadığı yere mi dönüyordu?

Abbasiler Mekke’yi sonradan kurmuşsalar ve Petra’yı sonradan ele geçirmişseler yani taşı sonradan elde etmişseler daha çatışmalar sırasında nasıl alternatif kıble üretebilmişlerdi? (Abbasi isyanı Horasan tarafından patlak vererek başlamıştı. Senaristlik zayıf)

f) Taşa yönelmeden de kıble yerine gelebiliyor mu?

Gibson’ın örnek olarak verdiği camilerin çoğu uydu resimlerine göre ne Petra’ya ne de Mekke’ye denk geliyor. Gibson buradan hareketle bu camilerin bilinçli olarak Abbasi yada Emevi hışmına uğramamak için orta yere yöneltildiklerini iddia ediyor. Pardon ama bu durumda camilerin çoğu bilerek Taşa yöneltilmemiş oluyor öyle değil mi? Taş ne ölçüde önemli? Üstelik çatışmalar bittikten sonrada aynı camiler aynı yönlere bakmaya devam etmiş… (enteresan?)

2. Gibson’ın Senaryosunun Kapsayamadığı Camiler

Gibson camileri üç gruba ayırıp bazılarının Petra bazılarının Mekke kalan kısmının da Orta yere baktığını ifade edip buradan bir senaryo türetiyor. Bu noktada ilk akla gelebilecek eleştirilerden bir tanesi camilerin uydu resimlerindeki yönelimlerinin ifade edilmiş olan üç gruptan ibaret olmadığıdır. Örneğin Buhara’dan Endülüs coğrafyasına kadar uzanan çok geniş bir alanda bazı camiler vardır ki bunlar doğrudan güney yönüne bakmaktadırlar. Hz. Peygamber Mekke’de iken kıblesi Güney yönü idi. Doğrudan Hz. Peygamber’i (a.s) taklit etme isteğinin yüksek seviyede olması ve ileride sunacağımız hadisi şeriflerde kıblenin çizgisel bir yön olarak değil oldukça geniş bir yelpaze olarak tarif edilmiş olması bunda etkili olmuştur sanıyoruz.

Görmezden gelinen ama gayet yaygın olan güney içtihadının yanı sıra birde Endülüs ve Kuzey Afrika’da kullanlan bir kıble yönü var ki oda Gibson’ın üçlü tasnifine uymuyor. Endülüs’ te Emeviler tarafından 784 yılında inşa edilen Büyük Kurtuba Camii’nin baktığı yön yaklaşık olarak şöyledir:

Bu yön için Gibson makul olmaktan çok uzak bir açıklama yapıyor. İlgili başlığa geldiğimizde açıklamasının ne olduğu ve niçin kabul edilemez olduğunu izah edeceğiz. Bu yönün Kuzey Afrika’da da birçok camide uygulandığının altını çizelim. Yani çok sayıda cami bu tip bir yönelim ile yine üçlü sınıflamanın dışında kalmaktadır.

İlerleyen bölümlerde göreceğiniz üzere üçlü sınıflamanın dışında kalan başka yönelimlerde mevcuttur. Yani sadece amacına hizmet eden camileri alıp senaryosunun kapsamadığı örnekleri görmezden geldiği için daha baştan büyük bir eksiklik ile yola çıktığını ifade etmek gerekiyor.

3. Senaryoda Boşluk

Gibson’a göre İbni Zübeyr isyan çıkardığında Petra’daki Taşı alıp şimdiki Mekke’nin olduğu yere taşıdığı için Abbasilerde burasını Kabeleştirmiş…(!?)

İbn-i Zübeyr’in isyanı Emevilerce bastırıldı ve kaynaklar böyle bir şey anlatmıyor. Bir an için Farz-ı muhal böyle oldu gibi düşünüp senaryoyu değerlendirelim:

İbni Zübeyr ‘in isyanı bastırıldıktan sonra taş eski yerine konmadı mı? İbn-i Zübeyr isyanı ile Abbasi isyanı arasında onlarca yıl var? Gibson’ın netleştirmesi lazım. Taş eski yerine götürüldü mü yoksa götürülmedi mi? (Dikkat edin senaryo tahlil diyoruz yoksa zaten hiç olmadı)

a) Taş Geri Yerine Konmadıysa ….

Niçin Emeviler taşı tekrar yerine koymasın?

Yahut Abbasiler hükmü ele geçirince niye taşı geri götürerek Müslümanları kendi saflarına çekmek istemesin?

b) Taş Geri Yerine Konmuşsa…

Abbasiler çatışmalar sırasında “orta yere bakan camiler” oluşmasına sebep olmuşsa , bunu taş henüz ellerinde değilken ve alternatif kıble için hiçbir dayanakları yokken mi yaptılar? (Abbasi isyanı Mekke ‘nin ya da Petra’nın dibinde çıkmadı. Horasan tarafından çıkarak yayıldı. TDV ansiklopedisine göre 8-9 yıl sürdü)

Abbasilerin derdi ne ki taşı tekrar İbn-i Zübeyr ‘in güya kaçırdığı yere getirsinler ?

Abbasiler Hz. Peygamberin amcasının soyundan gelme vesilesiyle halifeliği daha çok hak ettiklerini düşünüyorlarsa sormak gerekmez mi: İbn-i zübeyr neden bu kadar hatırlı oluyor? Nasıl onun hatrı Hz. Peygamberin hatrından ve Hz. Ali’nin hatrından ve Hz. Hüseyin ile hz. Hasan’ın hatırından üstün oluyor? Bu saydıklarımdan birinin kıblesine yönelmek varken başka birinin kıblesine dönmekte nedir?

4. Eksiklik ( Hepsi 8-9 yıl aralığına mı düşüyor?)

Gibson ‘ın tezi önemli bir eksiklik içeriyor:

Abbasi isyanı 740 ‘larda çıktı ve 750 ye kadar yavaş yavaş Emevi ülkesinin büyük bölümü ele geçirildi. TDV ansiklopedisine göre İsyan 8-9 yıl sürdü. Şunu sormalıyız : Gibson’ın “ortaya bakan camiler” olarak etiketlediği düzinelerce cami hep 8-9 yıl zarfında mı yapıldılar? Gerçekte çoğu bu aralığın dışında olduğuna göre….

5. Abbasiler Çıldırmış mıydı?

Emeviler zamanında birden fazla isyan olmuştu ama en esaslısı sonuncusu olmuştu. Çünkü Abbasiler uzun süre diğer muhalif gruplarla yer altında örgütlenmiş ve İsyanın taşlarını döşemişlerdi. Başa geçtikleri zaman ise ne kadar çalkantılı bir zemine bastıklarını biliyorlardı. Bir yandan halife sıfatıyla Müslümanları Bizans’a karşı cihada çağırıp diğer yandan onların doğru kıbleye bakan camilerini yıkıp yeni icat bir kıbleye dönmeye mi zorlayacaklardı? Hac mahalline saygı göstermek yerine onu alakasız bir yere taşıyarak mı Müslümanlara cihat yaptıracaklar dı? Ya da artık yeni Hac yeriniz burasıdır denmesini çok geniş bir coğrafyadaki herkes benimseyip unutup gitmiş olabilir mi? (elbette akla zarar).

Abbasiler iş başına geldikten yaklaşık 50 yıl sonra Kuzey Afrika’da, Abbasi bünyesinden 2 devlet türemiş oldu. Bunlardan birisi Fas’ta kurulmuş olan İdrisîler Halifeliği idi. Adından da anlaşılacağı üzere Abbasilerin Halifeliğini tanımıyor ve kendi Helifelik davalarını savunuyorlardı. Üstelik sıkıntılar Fas coğrafyasıyla sınırlı olmayıp Kuzey Afrika’nın geriye kalan ciddi bir bölümü anarşi içerisinde olduğundan Abbasi Halifesi Harun Reşid tarafından İbrahim İbn Al-Aghlab geniş bir alanın Emiri olarak atandı. Al-Aghlab tarafından Doğu Cezayir, Tunus ve Trablus’u kapsayan bir bölge kontrol edilecekti. Neredeyse her yönden bağımsız olan yeni bir devlet ortaya çıkmış oldu ve İngilizce kaynaklarda “Aghlabid Emirate” olarak anılmaktadırlar.

Bu devlet yıkılışa kadar hep Abbasilere bağlılığını korudu ve yıllık vergisini verip Abbasi Halifesinin adı Cuma hutbelerinde anılmış oldu. Elbette kısa yada uzun vadede bu gücün Abbasileri tanımadığını ilan edip kendi Halifelik davasını ortaya atması ihtimali olmasına rağmen Harun Reşit bu riskli kararı vermişti. Bu durum bir tarafıyla Harun Reşit’in insâni yönüne işaret ediyor olabilirken diğer tarafıyla da Abbasilerin hükmettikleri o çok geniş coğrafyanın bütünlüğünü korumakta ne kadar zorlandıklarını göstermektedir. Sadece 50 yıl gibi bir süre sonunda 2 koca devletin içerisinden çıktığı büyük miktarda toprak kaybına uğramış olan bir Abbasi gerçeğinden bahsediyoruz.

Bir tarafta çok ciddi bir isyan potansiyeline sahip, bir arada tutması zor, büyük bir ülkenin başında olacaksınız ve bunun temel harcı İslam dini olacak ve dahası dış düşmanlara karşıda İslam dini üzerinden asker toplayacaksınız ama bir taraftan da hunharca dine saldırıp tahrif edeceksiniz… Aceba Akhenaton ‘un Firavunluk makamında olmasına rağmen yapamadığını, Abbasiler, hem de bastıkları zemine rağmen ve durduk yere mi yapmaya çalışacaklardı? Abbasilerin çıldırdığını sanmıyorum ama bunu savunmak düpedüz çılgınlıktır.

6. Çelişki

Bay Gibson ve onun gibi düşünen kişilere:

Camilerin bir kısmı petra’ya bakıyo bir kısmı Mekke’ye ve diğer büyük kısmı orta yere bakıyor diye bir tez üretiyorsunuz ve uydurduğunuz senaryodan kaynakların bahsetmemesi sorulduğunda ise Abbasilerin tüm kaynakları düzenlediğini iddia ediyorsunuz. Hatta Fetih 24 ile 25. Ayetler açıkça Mekke’yi ıspat edip Petra’yı çürüttüğünden dolayı Kur’an ‘a iftira etmeye kadar işi götürüyorsunuz. Peki hiç düşünmediniz mi gözü dönmüşçesine her kanıtı ortadan kaldırdığını varsaydığınız Abbasiler niye Petra’ya bakar halde camiler bıraksınlar? Nasıl Petra’ya bakan yada orta yere bakan camiler tespit edebiliyorsunuz?

7. 1-2 Derecelik hassasiyet ve Kıble teknolojisi

Gibson, farklı yönlere bakan camilerin, akademik sahada ne şekilde izah edildiğini biliyordu. Matematikte çok geri kalmış ve coğrafi bilgisi zayıf grupların ilk zamanlar kullandıkları geleneksel metotlarla uzaktaki bir yapıya sadece kabaca yönelebildikleri gerçeğine vurgu yapan açıklamaları okuduğu için komplo teorisini inşa edeceği zemini hazırlama adına bilim tarihini çarpıtma yoluna gitmiştir. Gibson’a göre ilk nesil Müslümanlar küresel trigonometri ve ileri seviye coğrafya bilmekle ancak halledilebilecek derecede hassas şekilde kıble tayini yapabiliyorlardı. Neden bilim tarihini inkar gibi absürt bir yola sürükleniyor dersiniz? Çünkü onun komplo teorisi, eski insanların imkanlarının sınırlı olduğunu reddetmek zorundadır. Aksi halde kendi iddiası boşluğa düşüyor. İmkanların sınırlılığına vurgu yapan bir açıklama onun tezini gereksiz hale getiriyor.

Gibson’ın metodu ve varsayımları tarih bilimi açısından hatalıdır. Eski haritalarla modern haritalar arasındaki fark gösteriyor ki eski insanların zihinlerindeki dünya bizim uydu resimleriyle gözlemlediğimiz dünyadan daha farklıdır. Şu halde camilerin uydu resimlerinde hassas şekilde Kabe’ye bakar vaziyette gözlemlenmesini nasıl bekleyebiliriz? Diğer taraftan kıble belirleme hakkında alimler arasında metot ve içtihat farkı olduğu gerçeğini Gibson öylece görmezden gelmektedir. Eski insanların zihinlerindeki coğrafi dünyayı ve ne çeşit bir kıble belirleme içtihadını benimsediğini bilmeden uydu resimleriyle ahkam kesmek ve “bu camiler Ka’be ‘ye bakmıyor öyleyse altında bir bit yeniği olmalı” şeklinde komplocu bir yaklaşımda bulunmak hiçbir şekilde gerçek bir tarihçiye yakışmaz.

Gibson oldukça ilginç bir fenomene dikkat çekiyor ancak sıra bunu açıklamaya geldiğinde Gibson’ın tezleri bunu açıklamaktan çok çok uzaktırlar. Gibson’ın tezleri ironik derecede eksiklik, çelişki içermektedir. Gibson ilginç bir fenomene dikkat çekiyor ancak bunu ilk fark eden kendisi olmayıp bu sahada yapılmış çok değerli çalışmalar ve açıklamalar mevcuttur. Bunlar arasında öne çıkan prof. David A. King’in çalışmalarıdır ve İslam tarihi konusunda Batı medeniyetinde otorite kaynak olarak görülen EOI (Encyclopedia of Islam) içerisinde kıble bölümündeki yazı prof. King’e aittir.

Bu yazı serisinin bundan sonraki bölümleri, prof. King’in makaleleri temel alınarak hazırlanmıştır.

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner
Başa dön tuşu