Dinler Tarihi

29# NUH TUFANI KÜRESEL Mİ, BÖLGESEL Mİ? JEOLOJİK KANITLAR VAR MIDIR?

Soru: Nuh tufanı gerçek midir? Nuh tufanı küresel mi yoksa bölgesel mi olmuştur? Nuh tufanı nerede olmuştur? Nuh tufanı Sümerlerden mi geçmiştir? nuh tufanına ait jeolojik kanıtlar var mıdır? Eski dünya mitolojilerinde tufan var mıdır? Bu ortak mitolojiler tufanın varlığı için ne anlam ifade eder? Bu soruları cevaplayabilir misiniz?

Cevap: Bir müddettir Nuh tufanı hakkında paylaşımlar dikkatimi çekiyordu. Üç büyük dinde belirtilmesine rağmen özellikle ateist arkadaşlarımın bu konu hakkında özel bir merakları olduğunu gördüm. Çünkü klasik görüşe göre Nuh tufanı küreseldi ve ateistlerin çoğunluğuna göre Dünya çapında bir tufan olması imkansızdı, çünkü Dünya’yı dağlarıyla beraber kaplayacak miktarda su Dünya’da yoktu ve tüm Dünya hayvanlarından birer çift toplamak mümkün değildi. Bu konu hakkında yerli ve yabancı kaynakları taramaya karar verdim, iki haftalık bir kaynak taramasından sonra elde ettiğim bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum.

Büyük bir tufan esasında sadece üç büyük dinde değil, Kızılderililer, Çinliler, Hintliler, Avustralyalılar, Sümerler, Akadlar ve Babillilerin kayıtları da dahil birçok medeniyetin kayıtlarında büyük bir tufan yaşandığından bahsediyor. Fakat bazılarının bahsettiği tufan eğer Nuh tufanı ise bunların insanlar tarafından yazıya kaydedilmesi hemen olmayıp nesilden nesile hikayeleştirilerek aktarıldıktan sonra olduğu için, tek Tanrı’lı dinlerle aynı şekilde anlatmalarını beklemek mümkün değildir. Çünkü sözlü kültürün ve efsane anlatımının yaygın olduğu böyle medeniyetlerde her efsane anlatıcının kendinden bir şeyler katmaması ve insanlara çekici gelmesi için kendi mitlerini ve kahramanlarını ya da kendi pagan Tanrılarını gerçek olaya karıştırmamaları imkansızdır. Bu yüzden Nuh tufanı da mitolojik anlatılar içinde kaybolacak, benzer bazı noktalar kalsa da gerçekler çoğunlukla değiştirilecektir.

Sümerlerde Gılgamış destanı ve Nuh tufanı

Sümerlerdeki Gılgamış destanına göre;

Tufanın geleceğini bilen tanrılar, insan ırkının yok olması için, seslerini hiç çıkarmazlar. Çünkü, Tanrıların başındaki tanrı ‘Enlil’, insan ırkından hoşlanmaz, insanların inançsızlıkları, hakaretleri, Tanrılara değer vermeyişleri onu çileden çıkarmıştır. İnsanları bir tufanla yoketme kararı alan baş Tanrı Enlil, bütün Tanrılara, “insanlara yardım etmeyeceksiniz, tufanı hiçbiri öğrenmeyecek” diyerek, hepsine yemin ettirir. Yalnız, aralarından, kurnaz su tanrısı Enki (Ea), insan ırkını çok sevdiği için bir şekilde yardım etmek ister. Hemen dünyaya gider. Ziusudra’yı bulur. Kendisi, insanların girip (kiliselerdeki günah çıkarma odası gibi) Tanrılara dertlerini, günahlarını anlatıp rahatladıkları odaya girer. Ziusudraya kapıda beklemesini söyler. İçeride Enki, bağıra bağıra tufan olayını anlatır. Böylece yeminini bozmamış, insanlara birşey söylememiş olacaktır, ama kapıda bekleyen Ziusudra, Tanrının kendi kendine yaptığı bu konuşmayı duyarak herşeyi öğrenecektir. Enki tufan olayını bağıra çağıra anlatır, insanlara yardım edemeyeceği için üzgün olduğunu söyler. Yardım edebilseydi, insanların tufandan kurtulmak için neler yapmaları gerektiğini söyleyeceğini anlatır. Bu şekilde, Ziusudra’ya tufandan kurtulmak için neler yapması gerektiğini anlatmış olur. Tabii, kapıda bekleyen Ziusudra, herşeyi duyar ve hemen işe koyulur. Tanrısının verdiği talimatlara göre gemisini inşa eder, her canlıdan bir çift alır. Kendisine inananlarla birlikte (ki ailesi, hizmetçileri ve bir-iki arkadaşından başka kimse inanmaz) gemiye doluşurlar. Sular heryeri doldurur. Bütün şehirler suyla kaplanır, insanlar boğularak can verir. Olanları, dünyanın çevresinde dönen bir gemiden gören Tanrılar ağlarlar. Yarattıkları medeniyetin yokoluşunu izlemek onlara büyük acı verir. “Ne yaptık biz” diye dövünürler. Ziusudra ve yandaşları, sular çekilmeye başlayınca ortaya çıkan ilk kara parçasına çıkarlar. Bu kara parçası Tevrat’ta Ararat dağı, Kur’an’da Cudi dağı olarak geçer. Ancak “Cudi”, kelime anlamı, yüksek yer demektir. Yani muhtemelen dağın halk arasında bilinen ismi değildir. Hala yaşayan insanlar olduğunu gören Tanrı Enlil, hemen yanlarına gider. Tabii, ardından diğer Tanrılar da onu takip ederler. İlk başta sinirlenen Enlil’i, diğer Tanrılar sakinleştirirler. Bir anlaşma yapılır. Artık insanlar, Tanrılarına hürmet göstereceklerdir, karşılığında da Tanrıların koruması olacaktır.

Babillilerin Atarharis destanında da benzer mitolojik bir tufanı anlatılır.

Pagan mitlerinin doğası

Tabiki insanlar tarafından yazılan bu Sümer ve Babil mitiolojilerinin hayal gücünün ürünü olmaması ihtimali yok. Çünkü bahsettiğimiz gibi insanlar bir efsaneyi kulaktan kulağa aktarırken yüzyıllar içinde efsanenin şekli çok değişir. İnsanlar dinleyenleri şaşırtmak için ilgi çekici tarzda olayları anlatırlar. Özellikle putperest toplumlar mutlaka bu olayı kendi bildikleri Tanrı’larına nispet ederek aktarır. Yani bütün toplumlarda benzer bir tufanın anlatılması, böyle bir tufanın gerçekten yaşanmış olduğunu gösterirken her birinin anlatımında farklılıkların olması ise her toplumun bu tufana zamanla kendi mitlerini karıştırıldığını göstermektedir.

Tufanın büyüklüğü

Tufanın büyüklüğü ile ilgili olarak, geçen yüzyıl içinde Ninive’de yapılan kazılarda çıkan Asur kralı Asurbanipal’in kütüphanesi içindeki bir tablette yazılı olan şu ifade bize Nuh Tufanının ne kadar büyük ve dehşetli bir olay olduğunu gösterir:

“Tufan her şeyi silip süpürdükten sonra,

Ülkenin yıkılması tamamlandıktan sonra,

İnsanlık sonuna kadar dayandıktan sonra,

İnsanlığın tohumu korunduktan sonra,

Karabaşlı Sümer halkı kendisini yeniden kalkındırdıktan sonra,”

Yukarıdaki belgede yer alan “İnsanlığın tohumu korunduktan sonra” ifadeleri, Tufan olayının insanoğlunu ne kadar derinden etkilediğini çok açık bir şekilde gösteriyor.

Antik Yunanda tufan miti

Antik yunan efsanelerinde de hemen hemen aynı inanış farklı bir versiyonla şöyle anlatılır:

Kötüleşen insan soyunun yok olması için Zeus tufan göndermiş. Hesiedos tufandan bahsetmemektedir. Tufan Apollodoros’a göre tunç çağında, Ovidius’a ise demir çağında olmuştur. Zeus’un insan soyunu tufanla yok etmek istediğini öğrenen Prometheus, oğlu Deukalion’a bildimiş. Bunun üzerine Deukalion bir tekne yapmış, bütün gerekenleri de yanına alarak, karısıyla birlikte bu tekneye sığınmış.Bütün Yunanistan sular altında kalmış. Tekne dokuz gün dokuz gece sular üzerinde yüzdükten sonra Parnassos Dağı’nın tepesinde durmuş.

Nuh tufanına benzer bir anlatı başka bir kültürde olmasaydı?

En ilginç gerçeklerden biri şudur ki, Nuh tufanını inkâr etmek isteyen ateistler eğer tarihte Nuh tufanını veya benzeri bir olayı anlatan yazılı bir kayıt olmasaydı, bunu olayın olmamış olduğuna delil göstereceklerdi. Olsaydı bir yerlerde mitolojikte olsa kayıtlara düşerdi diyeceklerdi. Ama Sümer ve Babil kayıtları gibi Nuh tufanını mitolojik olarak anlatan efsaneler ortaya çıktıktan sonra, dinlerin bu olayı Sümerlerden almış olması gibi kanıtsız bahaneler sunmaya başladılar. Aslında Gılgamış destanı 1870’lerde Sümer tabletlerinin incelenmesi ile ortaya çıkarıldıktan sonra tüm Dünya’nın gözünde Nuh tufanı daha anlamlı hale gelmiştir ve tufanın bir kanıtı olarak görülmeye başlanmıştır.

tuff

Kuran’da Nuh tufanı, İncil ve Tevrattan farkı anlatılır

Batılılar Nuh tufanını M.Ö. 3.000 (bir papaz 2348 der) yıllarına tarihlendirdikleri ve kitaplarında tufanın küresel bir boyutta olduğu anlatıldığı için, eleştiriler hep bunları dikkate alarak yapılıyor. Sonra Türkiye’de bu Nuh tufanı meselesini yazanlara baktığımda onlarda, İncil ve Tevrat’a yönelik bu eleştirilerden çok etkilenmiş olacaklar ki aynı söylemlerle Kuran’ı eleştirmeye çalışmışlardır. Oysaki Kuran’ı eleştirmek için kullandıkları yöntem baştan hatalı olduğu için boşa kürek çekmiş olurlar. Çünkü Kuran’daki Nuh tufanı anlatımı İncil ve Tevrat’tan bazı yönleri ile ayrılmaktadır.

Bunlardan ilki tufanın bölgesel mi yoksa Dünya çapında mı olduğudur. İnsanlar eliyle defalarca yeniden yazılan Tevrat bu konuda suların tüm Dünya’yı kapladığı, bütün dağların görünmez olduğunu, bütün hayvanlardan birer veya birkaç çift gemiye bindirildiğini yazar. Oysa ki Kuran’da bu tür ifadelerin hiçbiri geçmez. O yüzden İslam âlimleri arasında da tufanın bölgesel mi yoksa Dünya çapında mı olduğu tartışma konusu olmuştur. Oysaki Tevrat’tan öğrenilen bilgileri bir yana bırakıp ilk defa Kuran’ı tahlil eden birinin gözü ile bakarsak durumun açık olduğunu göreceğiz. Şöyle ki; Kuran’da Nuh’un kendi kavmine gönderildiğini açıklar. Zaten eski Dünya’da birbirinden çok kopuk halklar vardı ve peygamberler tebliğ görevini ancak sınırlı bir topluluk üzerinde icra edebiliyorlardı.

Hud 25: “Ve andolsun ki; Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” 

Araf 64: “Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.” 

Ayetten, Nuh’u görüp yalanlayan bir kavmin, yani bir veya birkaç şehrin tufana maruz kaldığı anlaşılıyor. Araf 64’te de ayetlerimizi yalan sayanlar denerek Nuh’un görüştüğü kişilerin boğulduğu anlaşılıyor. Eğer tüm insanlık dar bir alanda yaşıyor ise ancak o zaman küresel bir tufanın mantığı da olabilirdi.

Sonra şu ayete bakalım;

Kasas 59: “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir elçiyi memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.” 

Değerlendirme

Öyleyse Kuran’a göre düşündüğümüzde şu iki şıktan biri karşımıza çıkıyor; ya tufanın tüm Dünya çapında olmadığıdır, ya da Nuh zamanında insanlar hep bir arada yaşıyordu, yeryüzüne yayılmamışlardı. Oysa ki, ikinci şık insanın doğasına aykırı bir durum. İnsan doğası gereği yeni yerleri merak eder, içinde bulunduğu Dünya’yı keşfetmeyi sever. Bundan dolayı tarih içinde insanlık sürekli Dünya’nın her yerine yayılmıştır. İkinci olarak, insanlar bazen düşmanlık gibi sebeplerden dolayı birbirlerinden uzaklaşmak isterler. Zaten tarihsel kayıtlar ve arkeolojik kayıtlar insanların sürekli bir dağılım içinde olduğunu göstermiştir. Örneğin Aborjinler M.Ö 40.000 yılında Avustralya’ya bir okyanus aşarak varmışlardır. M.Ö. 10. 000 yılında ise insanlar Sibirya üzerinden Amerika kıtasına geçmişler ve güney Amerika’nın uç kesimlerine kadar yayılmışlardır. Demek ki Nuh’tan ve O’nun davetinden haberi olmayan bu insanların tufan ile boğdurulması yukarıda ki ayete göre mümkün değildir.

Nuh tufanının bölgeselliği konusunda akla gelebilecek konular

Burada bazılarının aklına takılan iki ayet önümüze çıkmaktadır;

İşte onlar, (kıssalarını sana anlattığımız kimseler) Âdem’in zürriyetinden, Nûh ile berâber (gemide) taşıdığımız kimselerden, İbrâhîm ve İsrâîl’in (Ya’kub’un) zürriyetinden hidâyete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden Allah’ın kendilerine ni’met verdiği peygamberlerdir.

Bu ayette Hz Adem’den sonra Hz Nuh’un ve beraberindekileri zürriyetinin gösterilmesi sanki ikinci baştan insanlığın doğumu olarak algılanmamalıdır. Çünkü böyle düşünülürse devamındaki Hz İbrahim ve Hz İsrail ile de insanlığın üçüncü defa sıfırlandığı anlaşılmalıdır. Oysa böyle bir durum yok. Ayette bu peygamberlerin soyundan gelen temiz şahsiyetler konu edilmektedir.

Ve Nûh dedi ki: ‘Rabbim! Arz’da o kâfirlerden hiçbir kimseyi bırakma!’ Nuh 26

Bu ayette arz “yer” demektir. Göklerden yere gelen bir felaket için “yer” kelimesi kullanması normaldir. Bu arz kelimesinin tüm Dünya’yı kast ettiğine dair hiçbir kanıt yoktur. Yani Türkçe’de olduğu gibi diğer dillerde de “yer” kelimesi lokal bölgeler için de kullanılır. Yoksa, ne Nuh yeryüzünü tamamen gezmiş tebliğ yapmıştır, ne de yerde derken tüm yeryüzünü kastetmiştir. Zaten Kuran “Arz-Yer “ kelimesini başka bir ayette lokal bir bölge için kullanmıştır;

“Onlar, Arz’dan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar.”İsra, 17/76

Bu ayet, Peygamberimizin Mekke’den çıkarılmaya çalışıldığını haber veriyor. Bir bölge anlatılırken de arz kelimesi kullanılmış.

İncildeki Nuh tufanı anlatısında da benzer mantık vardır

Nuh tufanı konusunda etkili tespitleri olan Caroll Hill makalesinde İncil’de geçen Nuh tufanının lokal olduğunu yazar. O’na göre İncilde geçen face of the ground (yeryüzü) (Genesis 23) ifadesi bütün yeryüzünü kapsamıyor. Genesis 8’de geçen earth kelimesi de İbranice aslından çevirisini tam karşılamıyor. İbranice eretz kelimesini earth-dünya olarak çevirmişler fakat aslında land-kara parçası olarak çevrilmeliydi diye ekliyor. Buna bir kanıt olarakta Zechariah-6’da geçen “all the earth-tüm yeryüzü” ifadesinin Filistin’e atıf yapmakta olduğudur.

Bilindiği gibi Kuran’da, geminin Tufan sonrası “Cudi”ye oturduğu bildirilmiştir. “Cudi” kelimesi kimi zaman özel bir dağ ismi olarak kabul edilir, oysa kelime Arapça’da “yüksekçe yer, tepe” anlamına gelmektedir. Tespitlerime göre Kuran’ı Kerim bazı peygamberler hariç özel isim kullanmıyor. Bu da Onu evrensel yapan özelliklerden birisi. Hatta Zulkarneyn yazımızda da belirttiğimiz gibi Zulkarneyn ismi bile şahsın ismi değil verilmiş bir sıfattır. Çift boynuzlu veya çift zamanlı demektir.

Nuh tufanında tüm Dünya hayvanları mı gemiye bindi?

Kuran’da tüm Dünya hayvanlarının gemiye alındığı gibi bir bilgi yoktur. Bu iddia daha çok değiştirilmiş Tevrat kaynaklıdır. Tufan lokal bir bölgede meydana geldiği için elbette ki, Nuh’a lazım olacak birkaç tür çiftlik hayvanının gemiye alınması gerekir. Çünkü kurtuluştan sonra tarım yaparak hızlı bir besin tedariki yapılamayacağından, sütüyle, yumurtası ile en hızlı besinleri sağlayacak olan ise ancak hayvanlardır. Bu yüzden hayvanların beraberlerinde olması da istenmiştir. Çift olarak alınması ise çoğalmaları içindir.

Bölgesel ise gemi yapmasına ne gerek vardı?

Küresel mi bölgesel mi diye çok kesin sınırlar vermek doğru olmasa da eldeki veriler bölgesel bir Nuh tufanını öngörüyor. Fakat bölgesel olsa da küçük bir bölgede basit bir sel baskınından söz etmiyoruz, aşağıda örneklerini göstereceğimiz gibi şehirleri yutan ve tortu ile üzerlerini örten kaçmanın mümkün olmadığı boyuttaki tufanlardan bahsediyoruz.

Peki Nuh tufanı nerede olmuştur? Jeolojik kanıtlar var mıdır?

Öncelikle şunu belirtelim, şu an Dünya üzerinde iki yüze yakın medeniyet kendi bölgelerini mahveden bir tufandan haber vermiştir. Yapılan araştırmalar, Tufanın hemen bütün toplumların efsanelerinde yer aldığını gösterdi. Asya’da 13, Avrupa’da 4, Amerika’da 37, Avustralya ve Okyanusya adalarında ise 9 adet Tufan hikayesi tespit edildi. Bunların en şaşırtıcısı da Hopi kızılderililerine ait olanıydı. Denizden çok uzakta, Kuzey Amerika’nın güney batısında yaşayan Hopilerin destanlarında kabaran suların ülkelerini baştanbaşa kapladığı, dağların tepelerine kadar yükseldiği ve yeryüzündeki canlıları yok ettiği anlatılıyordu.

Amerika’nın eski sahiplerinden olan Azteklerin destanlarından ise Tufanın süresi bile veriliyordu. Bütün bunlar, insanlık tarihinin hemen hemen başlarında meydana geldiğini gösteriyor. Qinglong Wu ise Science dergisinde yayınladığı 2 çalışmada M.Ö. 1920’de Çin’de ülkeyi etkisi altına alan bir tufan yaşandığını anlatmıştır. Çindeki tufan yine tarih boyunca bu tür lokal tufanların yaşandığını gösterir. Dolayısıyla bu tufan yeryüzünün herhangi bir yerinde olmuş olabilir.

Bu meseleyi şahsen ilk düşündüğümde, aklıma en eski uygarlıkların Ortadoğu’da kurulduğundan dolayı bu coğrafya geldi. Sonra böyle büyük bir tufan’ın sularının henüz çekilmemiş olabileceğini düşündüm. Aklıma Akdeniz geldi, acaba koca akdeniz bölgesi tufanın yeri olabilirmiydi? Yani Cebelitarık boğazından kara parçalarının yıkılmasıyla birlikte gelen akdenizin suyunun tufanı oluşturma olasılığı var mıydı? Bu konuyu biraz araştırdığımda Okyanusun sularının tufan halinde Akdenize doluşması doğruydu fakat eldeki veriler bu olayın 5 milyon yıl önce olduğunu gösterdiğini öğrendim.

Fakat bu durumun Akdeniz için mümkün olmasa da Karadeniz için mümkün göründüğünü öğrendim.

Karadeniz Tufanı

Amerikalı iki araştırmacı William Ryan ve Walter Pitman Nuh tufanı’nın M.Ö. 5600 yılında Karadeniz’de gerçekleştiğini iddia eden bir kitabı 1999 ylılında yayımlamışlardı. İddialarını ise Karadeniz’de yaptıkları denizaltı araştırmalarına dayandırmışlardır. Bu araştırmacılar Karadeniz’de dev bir tufanın jeolojik kanıtlarını buldu. Denizin dibinden farklı derinliklerden çok sayıda örnekler alıp bunları incelediler. Bu tabakalardaki fosilleşmiş deniz canlıları da tahlil edildiğinde bu canlıların ani bir tufan sonucu çamura gömüldükleri sonucu ortaya çıkıyordu. Fosillerin karbon yaşı da M.Ö. 5600 yılını doğrulamıştı.

Karadeniz, M.Ö. 5600 yılına kadar bir tatlı su gölü idi. Sınırları bu kadar büyük değildi ve bereketli olan çevresinde birçok yerleşim yerleri kurulmuştu. İnsanlar tarım ve balıkçılıkta ileri idiler. Son buzul çağının bitimi zamanlarında yani M.Ö. 25.000-10.000 yıllarında buzulların erimesiyle birlikte deniz seviyeleri sürekli yükseldi. Akdeniz’de de yükselmeye başlayınca bunu önce ege denizinin yükselmesi takip etti ve sular İstanbul boğazına kadar dayandı. Deniz seviyesi yükseldikçe, Akdeniz’in suyu öncelikle tıkalı olan İstanbul Boğazı’na sızmaya, ardından onu aşındırmaya başladı ve sonra aniden bu büyük engelin yıkılmasına neden oldu.

Deniz suyu yaklaşik 200 tane Niagara Şelalesi’nin gücüyle Karadeniz’e akmaya basladı. Yüzlerce kilometre uzaklıktan bile duyulabilecek bir kükremeyle akan su, kıyı şeridinin her gun 1.5 kilometre kadar geriye çekilmesini sağlıyordu, yani hergün birbuçuk kilometre yerleşim alanı sular altında kalıyordu. Tabi günlük birbuçuk km. gözünüze az gelmesin. Günümüzde bir yağmuru takip eden sellerde bile ne kadar can kaybı yaşanabildiğini düşündüğünüzde bu tufanın yıkıcı etkisini anlayabilirsiniz. Bu büyük tufanda birçok yerleşim yeri ansızın çoşkun bir tufanın altında kalarak yok olmuştur. Dr Bob Ballard ise Sinop’tan 30 km içeride ve 150 m. suyun altında eski bir uygarlığa ait izler bulduklarını ve bu uygarlığın dev bir yapbozun parçaları gibi deniz altında durduğunu National Geographic aracılığı ile ilk defa duyurmuştur. Aşağıdaki resimde yeşil kısımlar tufandan önceki yerleşim yerlerini gösteriyor.

bl

Ryan şöyle demiştir: “Bu adeta dev bir toprak barajın çatlamaya başlaması ve sonunda yıkılmasi gibidir”. “Toprak barajın su sızdırması, günlerce hatta aylarca sürebilir; ancak baraj, gücü kalmayınca, birkaç saat içinde tamamen ortadan kalkar”.

Selden sonra dehşete düşen göçmenlerin bir kısmı batıya, Avrupa’ya; diğerleri güneye, Mezopotamya’ya, Babil’e ve bugünkü Irak’ın bulunduğu bölgeye göç etti. Bu göçten sonra Karadeniz havzasında bilinen tarım teknikleri Mezopotamya, Mısır ve Avrupa coğrafyalarına taşındı ve medeniyetin ilerleme süreci hızlanmış oldu. Bu bilgilerin getirdiği zenginlik Mezopotamya’da Sümer devletinin kurulmasını sağladı ve tufan olayı bin yıllar boyunca sözlü kültürde dilden dile aktarıldı. Fakat gittikçe putperestliğe kaymış olan bu toplumun destanları da bunlardan payını alarak çok Tanrılı bir anlatıma dönüştü.

Karadeniz’de tufan olduğu belirlendikten sonra ateizmin darbe aldığını anlayan bazı akademisyenler hızlı bir şekilde karşıt görüşler geliştirmişler ve  cevaplar yazmışlardır. Fakat onların cevapları hiçbir zaman ikna edici olmamış çünkü yanlılıktan kurtulamamıştır. Örneğin, neden insan ve hayvan fosilleri bulunamadı gibi sorularla bu durumu çürütmeye çalışırlar. Fakat böyle bir durumun olanaksız olduğunun kendileri de farkındadır. Çünkü tsunamiye banzer böylesine büyük bir selde cesetlerin kaç km sürüklendiği ve Karadeniz’in neresine dağıldığı asla bilinemez. Onları aramak samanlıkta iğne aramaktan zordur. Tabi ilk olarak şunu bilmemiz gerekir. Su bulunan ve mikroorganizmaların yaşadığı deniz diplerinde ancak kabuklu canlılara ait kalıntılar ancak fosilleşebilir. İnsan ve hayvanların fosilleşmesi imkansızdır. Bu yüzden Pompei’deki gibi insan fosilleri bulmak olanaksızdır.

Diğer muhtemel bir tufan ise Mezopotamya’da yaşanmıştır.

Mezoptamya tufanı

Tufan lokal bir olaysa bu bir tsunami ile meydana gelmiş olabilir. Mezopotamya ise Basra körfezine ve Akdeniz’e yakın olduğu için buradan aniden bastıracak suların böyle bir olay yapması mümkündür.

AkkadMap

Bugün arkeolojik ve tarihi kayıtlar yeryüzünde en eski ve köklü medeniyetlerin Mezopotamya’da başladığında hemfikirdir. İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya’nın antik şehirlerinden Ur’da uzun kazılar yaptı. Çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu.

Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı. Wooley kazıyı devam ettirdi ve daha aşağılara indi. Derken 3 metreden fazla derinlik tutan balçık tabakası birden bire kesildi. Şimdi normal toprak tabakalarına gelindiği düşünülebilirdi ama hayır, zımpara taşlarına ve kap kaçak gibi eşyalara yeniden rastlanılmıştı. Demek oluyordu ki bu çok eski medeniyetin üzerini 3 metrelik balçık tabakası örtmüş, en üstte de Ur medeniyeti yeşermişti.

İlk çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda da aynı sonuç elde edildi. Wooley, bu sefer de yüksekçe bir tepeyi kazdırdı. Sonuç değişmemişti, Böylece, balçık yığılmasının, ancak çok kuvvetli bir su baskını, yani Tufanın eseri olabileceğine dair rapor hazırlandı ve bütün dünyada heyecanlı yankılar uyardı. Tufanla ilgili olarak Mezopotamya dışında etraflıca bir çalışma yapılmadığından, su baskınının nerelere kadar uzandığını tam olarak bilemiyoruz. Tahmin edilen mıntıka, Basra körfezinin kuzeybatısında, 400 mil (643 km) uzunluğunda ve 100 mil (160 km) genişliğinde bir sahadır. Olayın tarihi, MÖ. 4 binden çok önceki yüzyıllardır.

Fred Warshofsky bu durumu şöyle anlatır:

Çamur iyice temizlenince altında kalmış bir medeniyet ortaya çıktı. Bu durum, bölgede büyük bir su baskınının meydana geldiğini gösteriyordu. Ayrıca mikroskobik analiz, temiz kilden kalın bir katmanın, eski Sümer uygarlığını yok edecek kadar büyük bir tufan tarafından buraya yığılmış olduğunu gösteriyordu. Gılgamış Destanı ile Nuh’un öyküsü, Mezopotamya Çölü’nde kazılan bir kuyuda ortak bir kaynakta birleşmiş oluyordu. “ (Fred Warshofsky, “Ur of the Chaldees”, Readers Digest, Aralık 1977)

7Ur_bw-56a021493df78cafdaa04087

Günümüzde Tel El-Fara olarak adlandırılan Güney Mezopotamya’daki Şuruppak kenti de Tufan’ın açık izlerini taşımaktadır. Bu kentteki arkeolojik çalışmalar 1920-1930 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi’nden Erich Schmidt tarafından yürütüldü. Schmidt’in çalışmalarını anlatan Mallowan şöyle demektedir: “Schmidt 4-5 metrederinlikte kil ve kum karışımı sarı topraktan bir tabakaya erişti (bu tabaka selle beraber oluşmuştu). Bu tabaka, höyük kesitine göre ova seviyesine yakın bir düzeyde yer alıyordu ve höyüğün her yerinde izlenebiliyordu…” Cemdet Nasr dönemini Eski Krallık döneminden ayıran kil ve kum karışımı tabakayı Schmidt “tamamen nehir kökenli bir kum” olarak tanımlayarak Nuh Tufanı ile ilişkilendirdi.” (Max Mallowan, Early Dynastic Period in Mesapotamia, Cambridge Ancient History 1-2, Cambridge, 1971, s. 238 )

Aşağıda antik Ur şehrine ait temsili resimler verilmiştir.

ur

Tufan’dan etkilendiğine dair elde kanıtlar olan son yerleşim birimi, Şuruppak’ın güneyinde yer alan ve günümüzde Tel El-Varka olarak isimlendirilen Uruk kentidir. Bu kentte de diğerleri gibi bir sel tabakasına rastlanmıştır. Bu sel tabakası da, MÖ 3000-2900’lü yıllarla tarihlendirilmektedir. (Bilim ve Ütopya, Temmuz 1996, s. 176 )

Kuyrukluyıldız teorisi

Denizden gelen büyük bir tsunami oluşması için bir deprem yetebildiği gibi, bir kuyrukluyıldız da aynı etkiyi yapabilir. Bazı araştırmacılara göre;

Kamer 11: “Bunun üzerine, semanın kapılarını gürül gürül akan suya açtık”

ayeti, gökten gelen bir kuyrukluyıldızın barındırdığı buzun atmosferde erimesi ile Nuh kavminin üzerine yağmasını işaret ediyor olabilir. Çünkü semanın (göklerin) kapısının açılması oradan gelen birşeye işarettir. Kuyrukluyıldızın kendisinin ise deniz düşmesiyle bir tsunamiye neden olması ise mümkündür. İstanbul Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yavuz Örnek’te böyle bir teoriyi savunlar arasındadır.

Küresel tufan teorisi

Her ne kadar tufanın bölgesel olduğu hakkında kanıtlar varsa da küresel olmuş olması da mümkündür.

Tufanın küresel olduğunu düşünmemizi engelleyecek sebeplerden birisi yeryüzünde tüm Dünya’yı kaplayacak kadar suyun olmadığıdır. Bu konuyu ateistler sık sık dil getirir ve çözülemez bir problem olarak karşımıza koymaya çalışırlar. Gerçekten de yeryüzünde o kadar su görünmüyor. Fakat 2016 yılında Northwestern üniversitesinden Steve Jacobsen ve ekibi yerin 1000 km altında devasa okyanuslar olduğunu buldular ki bu suyun yeryüzüne çıkması durumunda herkesin boğulacağı belirtildi.

Çünkü yer altındaki okyanusların suyu yeryüzündekinden fazla olarak bulundu. Nuh tufanının anlatıldığı ayette ise yerden sular fışkırdığını yazar ve en sonunda Allah’ın “ey yer suyunu yut” diye emir verdiği belirtilir (Hud 44). Bu demek oluyor ki ayet bize  yer altının sahip olduğu ve tüm Dünya’yı kaplayacak suların varlığından 1450 sene önce bahsetmişti. Fakat yine de yer altında Dünya yüzeyini kaplayacak suyun bulunması hepsinin yeryüzüne çıktığı anlamına gelmiyor. Eğer tufan bölgesel ise bir bölgede bir deniz oluşturacak kadar çıkması yeterli. Böylece Kuran yeryüzünü denize çevirecek yer altı denizlerinden bahsetmiş oluyor ki Kuran’ın verdiği haberlerin hepsinin doğru çıkması Peygamberin yüzbin insandan daha zeki olduğu veya haşa her attığının tutuyor olması ile açıklanamaz. Ancak herşeyin Yaratıcısı tarafından gelen bir kitap olması ile açıklanabilir.

Diğer ilgi çeken nokta ise ayette “tandır’dan sular fışkırmaya başladığı zaman tufanın başladığı” anlatılır ki yer altında ki magma da yeryüzünün tandırıdır (tandır=fırın). Ve olağanüstü bir benzetme ile bu durumu haber vermiştir. Bu ayet bize magma tabakasının yer altındaki bu su okyanusuna ulaşması sonucu suyu yeryüzüne çıkmaya zorladığını anlatıyor. Yine Hz. Muhammed bir sözünde “Denizin altında ateş vardır, ateşin altında da deniz vardır.” (Ebu Davud, Cihad 90) demiştir ki yer altında bulunan ve henüz bilmediğimiz büyük bir denizin varlığından haber vermiştir. Gerçekten olağanüstü. Bu olaydan çıkarmamız gereken ders şu: Kuran birşeye oldu demişse olmuştur. Bilim bunu henüz açıklayamıyorsa yeterli bilgi seviyesine henüz ulaşamadığı içindir.

Yine Graham Hancock ise “Underworld, the mysterious origins of civilization” isimli kitabında 1970’lerden bu yana yapılan araştırmaların üç küresel süper tufan olduğunu gösterdiğini belirtir: M.Ö. 15.000 ila 14.000 yıl önce; 12.000 ila 11.000 yıl önce; ve 8.000 ila 7.000 yıl önce. Bunu son buzul çağının buz tabakalarının erimesine bağlamıştır. İkincisinin kayıp kıta Mu ve Atlantis uygarlığı ile ilişkili olduğunu belirtir. Yine bu tarihler arasında oluştuğu tespit edilen ve denizlerde oluşan büyük bir depreme bağlı bir tsunami’den bahseder. Miami Üniversitesinden jeokimyacı Jerry Stip’e göre, dünyanın yaşadığı en müthiş tufan, günümüzden yaklaşık 11.600 sene önce olmuştur. Ancak bütün bu bulgular Nuh a.s. zamanındaki tufana ait midir bilinememektedir.

Nuh kavminin Atlantis uygarlığı olma ihtimali

Bir diğer konu da; bizler Nuh kavmini hep ilkel topluluklar olarak düşünüyoruz. Fakat ya gelişmiş topluluklarsa! Yine bir adım öteye götürürsek ya Aristo’nun da bildirdiği kayıp Atlantis medeniyeti ise! Atlantis medeniyetinin Dünya’nın geri kalanından çok daha eski bir yerleşim yeri olduğu ve Atlantis’i yutan tufandan sonra geride kalanların Ortadoğu ve Mısır’a yerleşip medeniyeti sıfırdan kurdukları düşünülür. Eğer böyle ise Nuh tufanı Atlantis’i yutmuş bir tufandır ve Dünya’nın çoğunu etkisi altına almış olabilir. Bütün bu ihtimalleri hesaba katmadan kesin yargılara varamayız.

Nuh tufanı küreseldir diyen görüşler

Kuran’da tufanın küresel olduğundan direk bahsedilmez ama küresel bir tufanın mümkün olabileceğini iddia eden yabancı araştırmacıların delillerine de yer vermek gerekir. Şöyle ki;

Nuh tufanı hakkındaki bilimsel çalışmaları ve yayınlarıyla tanınan Dr Andrew Snellig’e göre tufan Dünya çapında olmuştur. Bunun kanıtlarını şu şekilde sunar: Özet olarak şu adresten ulaşılabilir: https://www.godisreal.today/evidence-of-the-flood/

  1. Sadece okyanuslarda yaşayabilen canlıların fosilleri Himalayalar’ın tepelerinde bulunmuştur der. Bunların nasıl oralarda bulunduğunu açıklayabilecek hiçbir teori yoktur.
  2. Sadece bitkilerin fosilleri değil aynı zamanda, yarasaların, arıların, bir balığı yutmakta olan başka bir balığın, doğum yapan hayvanların fosilleri bulunmuştur. Oysa bu organizmalar yavaş fosilleşmez, çamura birden gömüldüğünün kanıtıdırlar.
  3. Amerika’daki büyük kanyonda bir kireç taşı tabakasının tamamıyla fosiller ile dolu olduğunu ve bunun bir anda ancak büyük bir tufan ile olabileceğini belirtir. Üstelik bu tabaka aynı pozisyonda Penisilvanya’da İngiltere’de ve Himalayalarda’da olduğu gösterilmiştir.
  4. Amerika’daki bir çökelti tabakasının çok uzun hatlar boyunca devam ettiğini söyler.
  5. Bu katmanın diğerlerinden bıçak gibi ayrıldığını belirtir. Bunun ise ancak aniden oluşan bir çökelti ile mümkün olacağını söyler.

Dr. John Baumgardner’de büyük kanyonda diğerlerinde daha büyük olduğu açıkça görülebilen bir tabakanın bir tufan sonrası oluşan çökelti ile açıklanabileceği görüşündedir. Bu katmanın diğerlerinden bıçak gibi ayrılması onun kısa bir zaman diliminde olduğunu göstermekte olduğunu söyler.

Sonuç olarak tufanın küresel veya bölgesel mi olduğunu veya hangi zaman diliminde gerçekleştiğini  bilemiyoruz ama hiçbirşeyin mantıksız olmayıp her ihtimalin mümkün olabileceği görülüyor.

flood19

flood17-1024x693

flood18

Dr. John Baumgardner’in küresel tufan hakkında ileriye sürdüğü çok sayıda kanıtı kendi makalesine (ingilizce) bırakıyoruz. Aşağıdaki şu linkten ulaşabilirsiniz.

Yararlanılan başlıca kaynaklar ve ileri okumalar

Hill, ‘The Noachian Flood: Universal or Local?’, Perspectives on Science and Christian Faith (54.3.180-181), 2002.

Hill, ‘Qualitative Hydrology of Noah’s Flood’, Perspectives on Science and Christian Faith (58.2.120-129), 2006

Jacobsen, “The Waters of Ur,” Iraq 22 (1960): 174-85; and S. Lloyd, The Archaeology of Mesopotamia (London: Thames and Hudson, 1978), 15.

C. Whitcomb and H. M. Morris, The Genesis Flood (Philadelphia: Presbyterian and Reformed Publishers, 1966), 518

David MacDonald 1988: The Flood: Mesopotamian Archaeological Evidence. Creation/Evolution Journal 8, 14-20.

LG Collins, 2009: Yes, Noah’s Flood may have happened, but not over the whole earth, scholarworks.csun.edu 29 Issue: 5 Year: 2009 Date: September-October

Civil, M. 1969. “The Sumerian Flood Story.” In W. G. Lambert and A. R. Millard, Atra-hasis: The Babylonian Story of the Flood (Oxford: Clarendon Press)

Kramer, S. N. 1967. “Reflections on the Mesopotamian Flood.” Expedition. Volume 9, number 4.

Mallowan, M. E. L. 1964. “Noah’s Flood Reconsidered.” Iraq. Volume 26.

Peake, Harold. 1930. The Flood: New Light on an Old Story. London: Kegan Paul, Trench, Trubner.

Tigay, Jeffrey H. 1982. The Evolution of the Gilgamesh Epic. Philadelphia, PA: University of Pennsylvania Press.

Woolley, Sir Charles Leonard. 1954. Excavations at Ur. London: Ernest Benn.

Ryan, William, and Walter Pitman. Noah’s Flood: The new scientific discoveries about the event that changed history. Simon and Schuster, 2000.

Kerr, Richard A. “Black Sea deluge may have helped spread farming.” Science 279.5354 (1998): 1132-1132.

Mestel, Rosie. “Noah’s flood.” New Scientist 156.2102 (1997): 24-7.

Stone, Richard. “Black Sea flood theory to be tested.” (1999): 915-916.

https://www.newscientist.com/article/mg23231014-700-deepest-water-found-1000km-down-a-third-of-way-to-earths-core/

https://www.ancient-code.com/scientists-baffled-an-ocean-of-water-found-1000-km-below-the-surface-of-our-planet/

https://www.iflscience.com/environment/earths-deepest-water-may-be-1000-kilometers-below-the-surface/

https://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-3960442/An-ocean-water-620-miles-Earth-s-surface-dries-life-planet-END.html

https://www.galtsgulchonline.com/posts/a4ed0225/deepest-water-found-1000km-down-a-third-of-way-to-earths-core

https://www.wykop.pl/link/3469779/deepest-water-found-1000km-down-a-third-of-way-to-earth-s-core/

Aksoy, T. (2007). Mitoslarda yaratılış motifleri (Doctoral dissertation, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

 

 

Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading spinner

Kurtuluş Berzan

Yazar 1979 doğumludur. Palandöken dağının eteklerinde yaşamaktadır. 20 yıldır dini ve bilimsel kitaplar okumaktadır. 2018 yılının başından beri öğrendiklerini, çözümlemelerini ve yeni araştırmalarını bu sitede yayınlamaktadır. Doktora derecesine sahiptir. Yazılarımızdan alıntı yapma kuralları için tıklayınız.

8 Yorum

  1. Elinize sağlık hocam, faydalı kaynaklar kullanmışsınız, takipçiniz olacağım 🙂

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Teşekkür ederim, Facebook adresimizi de takip edebilirsiniz.

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

  2. Aydınlatıcı bir çalışma olmuş emeğinize saglik

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

    1. Teşekkürler

       

      Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

      Loading spinner

  3. Çalışma için teşekkürler Allah razı olsun

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

  4. Zaten bu ateistlerin dayanakları küresel diye tutturmaları. Tevrati kuran gibi sunuyorlar.
    Hepsi aynı. Biraz dini düzgün araştırsalar anlayacaklar. Bilime gelince put gibi taparlar ama. bu makaleyi gördüklerinden sonra da bilim ilerde değişir tarzı şeyler ile kıvırmaya çalışacaklarından eminim.

     

    Bu yazı hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Loading spinner

Başa dön tuşu