Son 15 cevap

Son 10 konu

[box type= align="alignleft" class="" width=""]

İyi bir B-Y forumu yazarı nasıl olunur: 

  1. Öncelikle açacağınız konuya ne çok uzun ne de çok kısa ve konuyu çok iyi açıklayan bir başlık atmalısınız. Başlığı okuyan konuyu anlamalı. Daha sonra mesajınızı uzun olarak, ayrıntılandırarak yazmalısınız. Mesajı ayrıntılandırmaktan kaçınmayın, ne dediğimi herkes anladı diye düşünmeyin. Çünkü yazar öyle sansa bile, okuyucu çoğu zaman kısa yazılardan ne denmek istendiğini anlayamıyor.
  2. Konu açarken konu başlığını çok kısa veya uzun girmemelisiniz ve konuyla alakalı bir başlık olmalı. "Yardım edin", "Bir sorum var" gibi konunun içeriğini anlatmayan başlıklar olmamalı. Veya soruyu uzunca başlık kısmına yazmamalısınız. Başlık atarken kendinizin bu konuyu Google'da nasıl aratacaksanız o şekilde bir başlık atmanız uygun olur. Örneğin karışmayan denizleri Google'da aratan kişi "Birbirine karışmayan denizler" olarak aratır.
  3. Ayrıca telefondan yazsanız dahi noktalama işaretlerini kullanarak yazın ki yazdıklarınız anlaşılır ve kaliteli olsun ve cevap gecikmesin.
  4. Her konuyu ilgili forumda açınız. Örneğin dini soru soracaksanız "Bir sohbet aç" forumunda açmayınız.
  5.  Her konu için ayrı konu başlığı açalım. Bir konu başlığı altında daldan dala konmayalım. Bir konuyu tartışırken aklımıza yeni bir konu gelirse, yeni bir konu olarak açalım.
  6. Kanunlara aykırı olarak yapılan yorumları haber vermek için yorumun altındaki rapor butonuna tıklayınız. Detaylar Kullanım koşullarında.

Üye olamıyorum: Üyelik adınızı İngilizce karakterlerle ve boşluk olmadan oluşturunuz. Sonra e-posta adresine gelen doğrulama linkini tıklayınız. E-posta gelmediyse spam veya gereksiz kutusuna bakınız.

[/box]

Mekke'nin fetih müj...
 
Bildirimler
Tümünü temizle

Mekke'nin fetih müjdesi:

Katılım : 54 sene önce
Gönderiler: 0
Konu başlatıcı  

Fetih 1. “Ey Resûlüm! Şüphesiz Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.”

 

Bu âyetlerde müjdelenen fethin; Mekke’nin fethi olduğu nakledilmiştir. Bu hususta Abdullah İbn-i Mugaffal Radiyallâhu anhu şu hâdiseyi anlatır: “Mekke’nin fethi günü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘i devesi üzerinde gördüm. O, sesini işittirecek derecede yükselterek Fetih Sûresi’ni okuyordu. Râvi Muâviye der ki: ″Halkın etrafıma toplanması düşüncesi olmasaydı, Abdullah İbn-i Mugaffal’ın (Resûlü Ekrem’in okuyuşunu anlatırken) sesini yükselttiği gibi ben de yükseltirdim.″ [Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1625.]

 

Fetih 20. “Ey Mü’minler! Allah’u Teâlâ size birçok ganîmetler vaad etti, zamanı geldikçe onlara nâil olursunuz. Bunu da (Hayber ganîmetini de) sizin için hızlandırdı ve insanların ellerini sizden çekti ki, Mü’minler için (Resûlün doğruluğuna) bir alâmet olsun ve sizi doğru bir yola çıkarsın (Allah’ın lütuf ve ihsanına olan güveninizi artırsın).”

 

Allah’u Teâlâ, bu sûrenin birinci âyetinde Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i Mekke’nin fethiyle müjdelemiştir. Bu âyet ile de Hayber’in fethini haber vermektedir. Allah’u Teâlâ, Mekke’nin fethinden önce Hayber’in fethini nasip ederek, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mekke’nin fethedileceği vaadinin doğruluğuna alâmet olması ve Mü’minlerin kalplerinin mutmain olması için bu fethi daha önce ihsan etmiş ve birçok ganîmetler vermiştir. Böylece Mü’minler Mekke’nin fethinin de yakında olacağına bütün kalpleriyle inanmışlardır.

 

Fetih 21. “Allah’u Teâlâ size, henüz güç yetiremediğiniz, fakat kendisinin (ilmi ve kudreti ile) hızlandırdığı başka fetih ve ganîmetler de vaad etti. Allah’u Teâlâ her şeye kâdirdir.”

Bu Âyet-i Kerîme’de Hayber’den sonra hızlandırıldığı söylenen fetih ve ganîmetler de Mekke’nin fethi ve Huneyn Savaşı gibi savaşlar ve elde edilen ganîmetlerdir.

 

Fetih 27. “Yemin olsun ki Allah’u Teâlâ, Resûlünün gördüğü rüyânın hak olduğunu doğruladı. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ dilerse, Mescid-i Haram’a emîn ve başlarınızı usturaya vermiş veya kısaltmış olarak girer ve artık orda korkusuz kalırsınız. Fakat Allah’u Teâlâ, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de bundan (Mekke’nin fethinden) önce size yakın bir fetih (Hayber’in fethini) nasip etti.”

 

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, rüyâsında, hac ve umre yapmak üzere Kâbe’ye gittiklerini Ashâbına anlattı. Bunun üzerine hac ve umreye niyetle ihram giyip yeterli silahları olmadığı halde Mekke’ye doğru yola çıktılar. Hudeybiye mevkine geldiklerinde müşriklerle karşılaştılar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah’ın hikmeti gereği müşrikler ile kendi aleyhlerine görünen bir antlaşma yapınca, münâfıklar dedikodu yapmaya başladılar. ″Hani ben rüyâ gördüm, Kâbe’ye gideceğiz diyordu. Mekke’ye dahi giremiyor″ deyince, bu âyet nâzil oldu. Müslümanlar tarafından daha sonra Mekke fethedilmiş ve Sûre-i Fetih, Âyet 27’de beyan edildiği üzere, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ashâbı, emin bir şekilde hac yapmışlardır (tamda ayetin haber verdiği şekilde).

 

Fetih 29. “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı çok şiddetlidirler, kendi aralarında ise çok merhametli-dirler. Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar, Allah’ın lütuf ve rızâsını dilerler. Onların yüzlerindeki nişâneleri, secdelerinin eserindendir. İşte bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. Onların İncil’deki vasıfları ise, filizini çıkarmış, sonra filizi kuvvetlenmiş, sonra kalınlaşmış, sonra da sapları üzerine yükselmiş, çiftçilerin hoşlarına giden bir ekin gibidir. Allah’u Teâlâ’nın, onları böyle yüce vasıflara nâil kılması, onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah’u Teâlâ, onlardan îman edip sâlih amellerde bulunanlara bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”

 

Fetih suresinin son üç ayeti ile birlikte Bediüzzaman hazretleri 7 gaybi mucize çıkartmıştır. Bazılarını az önce zikrettik şimdi geri kalanlara bakalım : Fetih 27 için şöyle buyurmuştur “İfade ediyor ki: "Sulh-u Hudeybiye (Hudeybiye anlaşması), çendan zâhiri İslâm aleyhinde görülmüş ve Kureyşîler bir derece galip görünmüş olduğu halde manen Sulh-u Hudeybiye, manevî büyük bir fetih hükmünde olacak ve sair fütuhatın da anahtarı (Mekke’nin fetihinin anahtarı) olacak." diye ihbar ediyor. Filhakika, Sulh-u Hudeybiye ile çendan maddî kılınç, kılıfına muvakkaten konuldu. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in bârika-âsâ elmas kılıncı çıktı; kalpleri, akılları fethetti.

 

Barış vesilesiyle Müslümanlar ve Kureyşliler birbirleriyle yakınlaşıp görüştüler. İslamiyet’in güzellikleri ve Kur'an'ın nurları, inat ve kavim bağnazlığının perdelerini yırtarak hükmünü yerine getirdi. Mesela bir askerî dâhi olan Halid bin Velid ve bir siyaset dâhisi olan Amr İbnü'l-As gibi mağlubiyeti kabul etmeyen zâtları, Hudeybiye Barışı ile cilvesini gösteren Kur'an’ın kılıcı mağlup etti. Medine-i Münevvere'de tam bir boyun eğişle İslamiyet'e teslim olduktan sonra Hazreti Halid bir “Seyfullah" (Allah’ın kılıcı) suretine girdi ve İslam fetihlerinin bir kahramanı oldu.

 

Yirmi dokuzuncu ayet üstü kapalı şekilde “Halifelik sırasını” anlatıyor. Âyet-i Kerîme’de: ″O’nunla beraber bulunanlar″ diye buyrulur. Bu kişi  maiyet-i mahsusa (özel beraberlik) ve sohbet-i hâssa (özel sohbet ve yakınlık) ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık'ı (Hz. Ebu Bekir) gösterir. ″Kâfirlere karşı çok şiddetlidirler″ ile istikbalde küre-i arzın devletlerini fütuhatıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâıka gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer'i gösterir. Onun bu özelliğine dair şu hâdise anlatılmıştır: Hz. Ömer, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in hicretinden haberi olmamıştı. Peygamberimizin evine geldi ve onun evde olmadığını görünce oradakilere: ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem nerede?″ diye sordu. Onlar da: ″Allah’u Teâlâ kâfirlerin kendisine suikast yapacağını haber verdi ve Mekke’den ayrılmasını emretti. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir ile beraber Medîne’ye hicret etti″ dediler.

 

Resûlullah Efendimizin bu hicreti üzerine müşriklerin beyleri: ″O, bizden korkup gizli olarak kaçtı, nereden gittiğini bilseydik öldürürdük″ dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, evine geldi. Tam teçhizat bütün harp aletlerini kuşanıp atına bindi. Kâbe‘nin avlusunun dibinde oturan beylerin yanına geldi ve onlara: ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem malını, mülkünü, her şeyini bırakıp gittiği için, ben de her şeyimi bırakıp gidiyorum. Bu, mallarımızı size bağışlıyoruz mânâsına gelmiyor. Ne zaman olsa gelip burayı alacağız. O zaman kat kat fazlası ile sizden alacağım. Şimdi ben gidiyorum. Arkamdan, Ömer de kaçtı diyeceksiniz. Ben onun için size haber veriyorum. İçinizde karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa önüme çıksın. Arkamdan, Ömer gizli kaçmış, haberimiz olsa yolunu keserdik, demeyin. Benim gittiğim falan yoldur. Size mühlet tanıyorum, kim kendine güveniyorsa, yolumun üzerine çıksın″ diye nidâ etti.

 

Hz. Ömer, atını Mekke‘nin çarşısında sağa sola koşturup, tekrar geldi yine şöyle nidâ etti: ″Anlamadık, duymadık, haberimiz olmadı demeyin. Ben, Medîne‘ye gidiyorum, isteyen önüme çıksın.″ Beylerde yine bir ses yok. Herkes başını öne eğmiş dinliyordu. Üç sefer, Mekke‘nin çarşısında at koşturup, ″Ey Mekkeliler! Ben, Medîne‘ye, filan yoldan gidiyorum, içinizde karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yolumun üzerine çıksın. Sonradan arkamdan laf atmayın″ diye tekrar nidâ etti. Herkes bakıyordu. Hz. Ömer çok hiddetli, çok kızgındı. Yine hiç kimsede ses yoktu. Seslenen olsa, orada harbe başlayacaktı. En son atını çevirip, yola düştü ve Medîne‘ye geldi. İşte Müslüman olmadan evvel, Müslümanlara karşı aynı şiddeti gösteren Hz. Ömer’in önceki hâli, Allah ile Resûlünün ve Mü’minlerin en sevmediği bir haldi. Ancak Müslüman olduktan sonra aynı şiddeti kâfirlere karşı gösterdi.

 

Hz. Ömer’in Mekke’den ayrılırken kâfirlere karşı böyle söylemesi, Mekke‘nin içerisinde at koşturması, Allah‘u Teâlâ‘nın çok hoşuna gitmişti. ″Kendi aralarında ise çok merhametlidirler″ ile istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken kemal-i merhamet ve şefkatinden İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefis ederek Kur'an okurken mazlumen şehit olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber verir. 

 

“Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onların yüzlerindeki nişâneleri, secde-lerinin eserindendir″ diye buyrulması da, Hz. Ali Efendimizin vasfıdır. O, secdede çok kalır, çok namaz kılar ve böylece alnındaki secde izleri ikinci bir namaz vaktine kadar gitmezdi. İşte Allah’u Teâlâ, onu bu özelliği ile övmüştür. ″Şu dört zâtın muhabbeti bir münâfığın kalbinde toplanmaz: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali.″ [Râmûz’ul-Ehâdîs, 484/4; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 33103.] Halifelik sırasını bu hadiste’de görebiliriz.

 

“İşte bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır.” Cümlesi iki yönden, gayba dair bir haberdir.

 

Birincisi: Hazreti Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) gibi ümmî bir zât için gayb hükmünde olan Tevrat'taki sahabe vasıflarını haber veriyor. Evet, Tevrat'ta ahirzamanda gelecek Peygamber'in sahabileri hakkında şöyle bir beyan var: “Ve mukaddeslerin on binleri içinden geldi; Onlar için sağında ateşli ferman vardı." [Tesniye 33 : 2] Yani onun sahabileri Allah’ın emirlerine itaat eden ibadet ehli, salih ve veli zâtlardır ki, o vasıfları “kutsî" yani “mukaddes" tabiriyle anlatılmıştır.

 

O gaybî haberin ikinci yönü şudur:  "onların Tevrat’taki vasıflarıdır.” beyanı haber veriyor ki: “Sahabe ve Tâbiin, ibadette öyle bir dereceye çıkacaklar ki, ruhlarındaki nuraniyet yüzlerine aksedecek ve çok secde etmelerinden dolayı alınlarında bir velilik mührü görünecek." Evet, zaman bunu açıkça, şüphesiz ve parlak bir şekilde ispat etmiştir. O kadar hayret verici fitneler ve siyasi karışıklıklar içinde, Zeynelabidîn gibi gece gündüz bin rekât namaz kılan çok mühim zâtlar, ayetteki beyanının sırını göstermişlerdir.

 

İsra 76-77. “Onlar, nerdeyse seni yurdundan (Mekke’den) çıkarmak için rahatsız edeceklerdi. O halde kendileri de senden sonra çok az kalacaklardır. Ey Resûlüm! Senden önceki Peygamberlerimizi yerlerinden çıkaranlar hakkındaki sünnetimiz de böyleydi ve Bizim sünnetimizde hiçbir değişiklik bulamazsın.”

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i Mekke’den hicret etmeye zorlayan müşriklerin liderleri, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in oradan hicret ederek ayrılmasından sonra Bedir Savaşı’nda öldürülmüşler ve böylece Âyet-i Kerîme’nin ifade ettiği gibi onlar da orada az bir za­man kalabilmişlerdir. Allah’u Teâlâ’nın, Peygamberlerine karşı gelenleri cezâlandır­ma âdeti yerini bulmuştur. Sonuçta, Mekke müşriklerinin tamamı Allah’u Teâlâ tarafından cezâlandırılmıştır.

Bir kısmı Bedir’de ölmüş, diğerleri ve onların yakınları da ölenlerin acısıyla azaba uğramışlardır. Daha sonra, Mekke bizzat Müslümanlar tarafından fethedilmiş ve böylece Mekke’de müşriklerin hükmü tamamen ortadan kalkmıştır. Bu ayette 2 mucize var. İlki Peygamberin hicret edeceği, ikincisi ise az bir zaman’da Mekke’nin geri feth edileceği. Bu bilgiler aşağıda ki ayettede barındırılıyor :

 

Bakara 214. "Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk, öyle sıkıntılar gelip çattı ki, sarsıldılar da. Peygamber ve yanındaki mü'minler, "Ne zaman Allah'ın yardımı?" dedi. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı mutlaka yakındır"

 

Nisa 68-69. "Onları elbette doğru yola iletirdik. Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır." beyanıyla insanlıkta doğru yol üzere bulunan, hakiki ilahî nimetlere mazhar birer topluluk olan peygamberleri, sıddıkları, şehitleri, salihleri ve tâbiîni ifade etmekle beraber, İslam âleminde o beş kısmın en mükemmelini de ayrıca ve açıkça gösterir.

 

Sonra o beş kısmın imamlarını reislerini meşhur sıfatlarıyla zikredip onlara işarette bulunduğu gibi, gayba dair bir haber olarak mucizeliğinin bir parıltısı ile o toplulukların gelecekteki reislerinin vaziyetlerini de bir yönüyle tayin eder. Evet, "Nebilerle" kelimesi nasıl ki açıkça Hazreti Peygamber'e (aleyhissalâtü vesselam) işaret ediyor. "Sıddıklarla" beyanı da Hazreti Ebûbekir Sıddık'a (radiyallâhu anh) bakıyor. Onun, Peygamber aleyhissalâtü vesselamdan sonra, ikinci olduğuna, yerine ilk kendisinin geçeceğine, "Sıddık" isminin ümmetçe ona hususi bir unvan olarak verileceğine ve onun sıddıkların başı görüleceğine işaret ediyor.

 

"Şehitlerle" kelimesiyle ise Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali'yi (rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn) gösteriyor. Üçünün Hazreti Sıddık'tan sonra peygamber halifeliğine mazhar olacaklarını ve şehit düşeceklerini, şehadet faziletinin de diğer faziletlerine ilave edileceğini gaybî bir haber olarak bildiriyor.

 

"Salih kişilerle" kelimesiyle Suffe, Bedir, Rıdvan Ashabı gibi seçkin zâtlara işaret ederek, "Bunlar ne güzel arkadaşlar." cümlesinin açık mânâsıyla müminleri onlara uymaya teşvik ediyor ve Tabiîn'in onlara uymasının çok şerefli ve güzel olduğunu gösteriyor.

 

Dört Halife'nin beşincisi olarak “Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır.” [Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221] hadis-i şerifinin hükmünü tasdik etmek ve hilafetinin süresi az olmakla beraber büyük kıymetini göstermek için işarî mânâsıyla Hazreti Hasan'ı (radiyallâhu anh) bildiriyor.


   
Alıntı

Başa dön tuşu