Son 15 cevap

Son 10 konu

[box type= align="alignleft" class="" width=""]

İyi bir B-Y forumu yazarı nasıl olunur: 

  1. Öncelikle açacağınız konuya ne çok uzun ne de çok kısa ve konuyu çok iyi açıklayan bir başlık atmalısınız. Başlığı okuyan konuyu anlamalı. Daha sonra mesajınızı uzun olarak, ayrıntılandırarak yazmalısınız. Mesajı ayrıntılandırmaktan kaçınmayın, ne dediğimi herkes anladı diye düşünmeyin. Çünkü yazar öyle sansa bile, okuyucu çoğu zaman kısa yazılardan ne denmek istendiğini anlayamıyor.
  2. Konu açarken konu başlığını çok kısa veya uzun girmemelisiniz ve konuyla alakalı bir başlık olmalı. "Yardım edin", "Bir sorum var" gibi konunun içeriğini anlatmayan başlıklar olmamalı. Veya soruyu uzunca başlık kısmına yazmamalısınız. Başlık atarken kendinizin bu konuyu Google'da nasıl aratacaksanız o şekilde bir başlık atmanız uygun olur. Örneğin karışmayan denizleri Google'da aratan kişi "Birbirine karışmayan denizler" olarak aratır.
  3. Ayrıca telefondan yazsanız dahi noktalama işaretlerini kullanarak yazın ki yazdıklarınız anlaşılır ve kaliteli olsun ve cevap gecikmesin.
  4. Her konuyu ilgili forumda açınız. Örneğin dini soru soracaksanız "Bir sohbet aç" forumunda açmayınız.
  5.  Her konu için ayrı konu başlığı açalım. Bir konu başlığı altında daldan dala konmayalım. Bir konuyu tartışırken aklımıza yeni bir konu gelirse, yeni bir konu olarak açalım.
  6. Kanunlara aykırı olarak yapılan yorumları haber vermek için yorumun altındaki rapor butonuna tıklayınız. Detaylar Kullanım koşullarında.

Üye olamıyorum: Üyelik adınızı İngilizce karakterlerle ve boşluk olmadan oluşturunuz. Sonra e-posta adresine gelen doğrulama linkini tıklayınız. E-posta gelmediyse spam veya gereksiz kutusuna bakınız.

[/box]

Fiiller, sıfatlar v...
 
Bildirimler
Tümünü temizle

[Çözüldü] Fiiller, sıfatlar ve varlığın özü

(@blokmuhendisi)
Katılım : 1 sene önce
Gönderiler: 123
Konu başlatıcı  

Biraz uzun bir yazı olacak ama hiçlikten varlık doğar mı ya da halku'l-kuran gibi konularda ufkunuzu açacağına inanıyorum.

Zihin yapımızda bir varlığı tanırken genel olarak 3 kalıp kullanıyoruz, varlığın kendisini temsil eden "isim", varlığın özelliklerini belirten "sıfat" ve varlığın aktif bir tezahürü olan "fiil".

İsim konusu günümüzde daha açık bir konu olduğu için kısaca geçeceğim. İsim elbette varlığın kendisi değildir. İsim ile varlığın aynı olduğunu savunan akımlar olsa da "ateş" demekle ağız yanmayacağı kadar açık bir şekilde biliriz ki isim varlığın aynısı değildir. Sadece bizim varlık hakkında düşünebilmek için ürettiğimiz ve sadece zihnimizin içinde olan bir şeydir.

Sıfat ve fiil konusunu ise birlikte işleyeceğim çünkü biri özelliğe pasif bir şekilde sahip olmayı belirtirken diğeri ise bu özelliğin aktif olarak tezahürünü ifade eder. Örneğin insanlar koşabilen (sıfat) varlıklardır ve bazen koşarlar(fiil).

Neden bu tarz alt kavramlar kullanırız? Bu sorunun cevabı zihnimizin böyle çalışıyor olmasıdır. Bizler bütünsel bilgiye sahip değiliz ve olamıyoruz(en azından bu dünyada). Bu dünyaki her şey bizim için bir kara kutunun içinde, kutunun içindekini açıkça göremediğimiz için bilemiyoruz ama kutunun dışarıya bir bağlantısı var ve parça parça bilgiler alabiliyoruz(karanlık ahırdaki fil hikayesindeki gibi). Bu bilgiler ise fiiller olarak adlandırdığımız ilk verileri bize veriyor ve bu fiillerden tümevarım yaparak sıfatları elde ediyor ve yavaş yavaş kutunun içindeki hakkında bilgi ediniyoruz. Buradan anlayacağımız gibi sıfat ve fiiller de isim kadar sadece zihnimize has varlıklar. Bir insandan ve  onun koşu yeteneğinden ayrı ayrı kavramlar olarak söz edebiliriz ama özne ve fiil ayrı şeyler değillerdir, ortada sadece özne ve bizim onu tanımlamak için kullandığımı zihinsel etiketler vardır.

Peki bu kadar basit bilgiler nasıl ufkumuzu açacak ya da hiçlikten varlık gelir mi ve halku'l-kuran gibi derin sorulara çözüm sunacak?

Elinizde bir mercek olduğunu ve bu merceğin her şeyi olduğundan yakın gösterdiğini düşünün. Eğer merceğin bu hatasını hesaba katmadan fikir yürütürseniz hatalar yapmanız normaldir. Mesela karşınızdaki bardak yakın görünüyor, yani yakında ama elinizi uzatınca erişemiyorsunuz yani uzağınızda. İki delilde somut ve reddedemeyeceğiniz deliller. O zaman bardak uzak mı yakın mı? Belki de kafanız karışır ve bardak yakın değildir ama uzak da değildir dersiniz?

Aynısı düşünce süreçlerimiz için de geçerli. Eğer zihnin her şeyi alt kavramlara etiketlemesini onun yapısından gelen ve hesaba katmamız gereken bir hata payı olduğunu gözde kaçırırsanız benzer bir hataya düşebilirsiniz. Halku'l-kuran konusunda yaşanan sorun Allah'ın sıfatları hakkındadır. Allah'ın Kelam sıfatı ezeli midir değil midir diye düşünürken aynı sorunla karşılaşmışlardır ve "ne aynıdır ne de ayrıdır" demişlerdir çünkü eğer ayrı olduğu düşünülürse sıfatın yaratılmadığını söylemek yaratılmamışları birden fazla yapacaktır, yaratıldığını söylemek ise Allah'ın bu kemal sıfata hep sahip olmadığı, bir eksiklik olduğu anlamına gelecektir ve bu sonuçların ikisi de yanlıştır. Eğer Allah'ın aynısı denirse buna da mantık karşı çıkmaktadır çünkü Allah, Kelam sıfatı yani konuşabilme yetisi değildir. Sonuç olarak "ne aynıdır ne ayrıdır" denilmiştir tıpkı bardak örneğimde bardağın ne uzak ne de yakın olması gibi. Burada şimdi size anlattığım mantığı kullanalım ve tekrar düşünelim. Allah'ın kelam sıfatı var mı? Var. Peki bu Kelam sıfatı aynı mı ayrı mı? Kelam bir sıfat. Aslında hiç bir şeyin bütüncül bilgisine sahip olmadığımız gibi Allah hakkında da bütüncül bilgiye sahip olamıyoruz, yine O'na bildirdiği ve bildiğimiz en kemal sıfatları yakıştırarak O'nu tanımaya çalışıyoruz. Yani gerçeklikte üzerine konuşacağımız, yaratılmış mı aynı mı ayrı mı diye soracağımız bir şey yok. Sıfat sadece zihninin içinde Allah'ı tanımanı sağlayan bir etiket. Örneğin bir koşu yarışından sonra "Bu ödül koşana mı yoksa bu kişinin hızlı koşabilmek fiiline mi verilmeli?" diye düşünerek kendi kafamızı karıştırmayız, ortada koşan kişi(özne)'den ayrı bir koşmak fiilinin varlığının olmadığını da biliriz(Hiç hayatınız boyunca koşmak fiili gördünüz mü? Koşan bir kişi olmadan sokakta kendi başına ilerleyen bir koşmak fiili? Ya da köşede biri onu alsın diyen bekleyen bir "koşabilen" sıfatı?).

Hiçlikten bir şey var olur mu sorusuna da aynı mantığı uygulayalım. Ortada bir fiil var yani bir özne ile etkileşime geçmişiz. Bunun üzerine tekrardan burada bir özne var mı diye sormamız zaten gereksiz, ortada bir gerçekten bahsedecek bir fiil varsa özne elbette ki var. Bu durumda hiçlik yanı ortada özne olmaması gibi bir şey olamaz.(Bu noktada bahsedilen özne var olan şeyin kendisi olamaz mı diye sorulabilir. Bu durumda soru "Varlığın kendini yaratması mümkün mü?" olur. Benim buna çok derin bir yanıtım yok, kısaca yapamıyor olmam benim için bu soruya hayır cevabını vermek için yeterli. Yoksa kendini yaratan yani kendine istediği özelliği veren varlıklar ya da insanlar mı var?)

"Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali vermişizdir. Fakat insan tartışmaya çok düşkün olan bir varlıktır." el-Kehf (18/54)


   
serpilyucel, dayssoon, pakdil and 2 people reacted
Alıntı
Konu Etiketleri
Kemâl Aydın
(@abdullah-bin-mubarek)
Katılım : 2 sene önce
Gönderiler: 1778
 
Gönderen: @blokmuhendisi

Biraz uzun bir yazı olacak ama hiçlikten varlık doğar mı ya da halku'l-kuran gibi konularda ufkunuzu açacağına inanıyorum.

Zihin yapımızda bir varlığı tanırken genel olarak 3 kalıp kullanıyoruz, varlığın kendisini temsil eden "isim", varlığın özelliklerini belirten "sıfat" ve varlığın aktif bir tezahürü olan "fiil".

İsim konusu günümüzde daha açık bir konu olduğu için kısaca geçeceğim. İsim elbette varlığın kendisi değildir. İsim ile varlığın aynı olduğunu savunan akımlar olsa da "ateş" demekle ağız yanmayacağı kadar açık bir şekilde biliriz ki isim varlığın aynısı değildir. Sadece bizim varlık hakkında düşünebilmek için ürettiğimiz ve sadece zihnimizin içinde olan bir şeydir.

Sıfat ve fiil konusunu ise birlikte işleyeceğim çünkü biri özelliğe pasif bir şekilde sahip olmayı belirtirken diğeri ise bu özelliğin aktif olarak tezahürünü ifade eder. Örneğin insanlar koşabilen (sıfat) varlıklardır ve bazen koşarlar(fiil).

Neden bu tarz alt kavramlar kullanırız? Bu sorunun cevabı zihnimizin böyle çalışıyor olmasıdır. Bizler bütünsel bilgiye sahip değiliz ve olamıyoruz(en azından bu dünyada). Bu dünyaki her şey bizim için bir kara kutunun içinde, kutunun içindekini açıkça göremediğimiz için bilemiyoruz ama kutunun dışarıya bir bağlantısı var ve parça parça bilgiler alabiliyoruz(karanlık ahırdaki fil hikayesindeki gibi). Bu bilgiler ise fiiller olarak adlandırdığımız ilk verileri bize veriyor ve bu fiillerden tümevarım yaparak sıfatları elde ediyor ve yavaş yavaş kutunun içindeki hakkında bilgi ediniyoruz. Buradan anlayacağımız gibi sıfat ve fiiller de isim kadar sadece zihnimize has varlıklar. Bir insandan ve  onun koşu yeteneğinden ayrı ayrı kavramlar olarak söz edebiliriz ama özne ve fiil ayrı şeyler değillerdir, ortada sadece özne ve bizim onu tanımlamak için kullandığımı zihinsel etiketler vardır.

Peki bu kadar basit bilgiler nasıl ufkumuzu açacak ya da hiçlikten varlık gelir mi ve halku'l-kuran gibi derin sorulara çözüm sunacak?

Elinizde bir mercek olduğunu ve bu merceğin her şeyi olduğundan yakın gösterdiğini düşünün. Eğer merceğin bu hatasını hesaba katmadan fikir yürütürseniz hatalar yapmanız normaldir. Mesela karşınızdaki bardak yakın görünüyor, yani yakında ama elinizi uzatınca erişemiyorsunuz yani uzağınızda. İki delilde somut ve reddedemeyeceğiniz deliller. O zaman bardak uzak mı yakın mı? Belki de kafanız karışır ve bardak yakın değildir ama uzak da değildir dersiniz?

Aynısı düşünce süreçlerimiz için de geçerli. Eğer zihnin her şeyi alt kavramlara etiketlemesini onun yapısından gelen ve hesaba katmamız gereken bir hata payı olduğunu gözde kaçırırsanız benzer bir hataya düşebilirsiniz. Halku'l-kuran konusunda yaşanan sorun Allah'ın sıfatları hakkındadır. Allah'ın Kelam sıfatı ezeli midir değil midir diye düşünürken aynı sorunla karşılaşmışlardır ve "ne aynıdır ne de ayrıdır" demişlerdir çünkü eğer ayrı olduğu düşünülürse sıfatın yaratılmadığını söylemek yaratılmamışları birden fazla yapacaktır, yaratıldığını söylemek ise Allah'ın bu kemal sıfata hep sahip olmadığı, bir eksiklik olduğu anlamına gelecektir ve bu sonuçların ikisi de yanlıştır. Eğer Allah'ın aynısı denirse buna da mantık karşı çıkmaktadır çünkü Allah, Kelam sıfatı yani konuşabilme yetisi değildir. Sonuç olarak "ne aynıdır ne ayrıdır" denilmiştir tıpkı bardak örneğimde bardağın ne uzak ne de yakın olması gibi. Burada şimdi size anlattığım mantığı kullanalım ve tekrar düşünelim. Allah'ın kelam sıfatı var mı? Var. Peki bu Kelam sıfatı aynı mı ayrı mı? Kelam bir sıfat. Aslında hiç bir şeyin bütüncül bilgisine sahip olmadığımız gibi Allah hakkında da bütüncül bilgiye sahip olamıyoruz, yine O'na bildirdiği ve bildiğimiz en kemal sıfatları yakıştırarak O'nu tanımaya çalışıyoruz. Yani gerçeklikte üzerine konuşacağımız, yaratılmış mı aynı mı ayrı mı diye soracağımız bir şey yok. Sıfat sadece zihninin içinde Allah'ı tanımanı sağlayan bir etiket. Örneğin bir koşu yarışından sonra "Bu ödül koşana mı yoksa bu kişinin hızlı koşabilmek fiiline mi verilmeli?" diye düşünerek kendi kafamızı karıştırmayız, ortada koşan kişi(özne)'den ayrı bir koşmak fiilinin varlığının olmadığını da biliriz(Hiç hayatınız boyunca koşmak fiili gördünüz mü? Koşan bir kişi olmadan sokakta kendi başına ilerleyen bir koşmak fiili? Ya da köşede biri onu alsın diyen bekleyen bir "koşabilen" sıfatı?).

Hiçlikten bir şey var olur mu sorusuna da aynı mantığı uygulayalım. Ortada bir fiil var yani bir özne ile etkileşime geçmişiz. Bunun üzerine tekrardan burada bir özne var mı diye sormamız zaten gereksiz, ortada bir gerçekten bahsedecek bir fiil varsa özne elbette ki var. Bu durumda hiçlik yanı ortada özne olmaması gibi bir şey olamaz.(Bu noktada bahsedilen özne var olan şeyin kendisi olamaz mı diye sorulabilir. Bu durumda soru "Varlığın kendini yaratması mümkün mü?" olur. Benim buna çok derin bir yanıtım yok, kısaca yapamıyor olmam benim için bu soruya hayır cevabını vermek için yeterli. Yoksa kendini yaratan yani kendine istediği özelliği veren varlıklar ya da insanlar mı var?)

Bu güzel yazın için teşekkür ederiz. Hoş geldin aramıza. a6  

Katkı sadedinde şunları söyleyebilirim: 

Bu anlattıkların insan zihninin çalışma biçimi ile alâkalı. Zihin kotalı olduğu için insan maddi olanın ötesinde bulunan her ne var ise kendisi gibi düşünmek zorunda kalıyor. Sınırları, setleri aşamıyor. Kısaca antropomorfik olarak düşünmek zorunda kalıyor: Antropomorfizm ve ülfet/alışkanlık "belası". Bu problemin içine nedenselliğin zorunlu olup olmaması konusunu da dahil edebiliriz. Ve sair birçoğu...

Bir varlığın fiilleri ve sıfatları kendinde (zatına) içkindir. Fakat fiil ve sıfatlar o varlıktır denmez. Yakışıklı olan (sıfat) blok mühendisi saçlarını tarar (fiil) derken biz blok mühendisinin özelliklerinden (hasiyet/hususiyet) bahsetmiş oluruz fakat blok mühendisi yakışıklı olmanın kendisidir veya taramak blok mühendisidir diyemeyiz. Aslında bu düşünme biçimini Allah için uygularken bile insan örneğini kıstas olarak kullanıyoruz. Çünkü Allah'ın zatını anlayamıyoruz. Allah'ın zatı ne demek ? Bunu bilmiyoruz. 

 


   
serpilyucel, dayssoon, pakdil and 1 people reacted
CevapAlıntı
Kemâl Aydın
(@abdullah-bin-mubarek)
Katılım : 2 sene önce
Gönderiler: 1778
 
Gönderen: @blokmuhendisi

Bu durumda hiçlik yanı ortada özne olmaması gibi bir şey olamaz.

Hiçlik hiçliğin var edicisidir demek absürttür çünkü bu takdirde hiçlik hem var eden olur hem de var edilen. Hem halık hem mahluk yani... Ardı ardına hiçliklerin (farazi olarak söylüyorum) birbirini var etmesi de mümkün değil. Zira böyle olsa idi şu an bu mesajı yazamıyor olurdum. Çünkü geriye doğru bitip tükenmek bilmeyen sonsuz sebeplerin teselsül zinciri bizi buraya getiremezdi. 

 


   
CevapAlıntı
Kurtuluş Berzan
(@kurtulusberzan)
Moderatör.
Katılım : 5 sene önce
Gönderiler: 4843
 
Gönderen: @blokmuhendisi

Biraz uzun bir yazı olacak ama hiçlikten varlık doğar mı ya da halku'l-kuran gibi konularda ufkunuzu açacağına inanıyorum.

Zihin yapımızda bir varlığı tanırken genel olarak 3 kalıp kullanıyoruz, varlığın kendisini temsil eden "isim", varlığın özelliklerini belirten "sıfat" ve varlığın aktif bir tezahürü olan "fiil".

İsim konusu günümüzde daha açık bir konu olduğu için kısaca geçeceğim. İsim elbette varlığın kendisi değildir. İsim ile varlığın aynı olduğunu savunan akımlar olsa da "ateş" demekle ağız yanmayacağı kadar açık bir şekilde biliriz ki isim varlığın aynısı değildir. Sadece bizim varlık hakkında düşünebilmek için ürettiğimiz ve sadece zihnimizin içinde olan bir şeydir.

Sıfat ve fiil konusunu ise birlikte işleyeceğim çünkü biri özelliğe pasif bir şekilde sahip olmayı belirtirken diğeri ise bu özelliğin aktif olarak tezahürünü ifade eder. Örneğin insanlar koşabilen (sıfat) varlıklardır ve bazen koşarlar(fiil).

Neden bu tarz alt kavramlar kullanırız? Bu sorunun cevabı zihnimizin böyle çalışıyor olmasıdır. Bizler bütünsel bilgiye sahip değiliz ve olamıyoruz(en azından bu dünyada). Bu dünyaki her şey bizim için bir kara kutunun içinde, kutunun içindekini açıkça göremediğimiz için bilemiyoruz ama kutunun dışarıya bir bağlantısı var ve parça parça bilgiler alabiliyoruz(karanlık ahırdaki fil hikayesindeki gibi). Bu bilgiler ise fiiller olarak adlandırdığımız ilk verileri bize veriyor ve bu fiillerden tümevarım yaparak sıfatları elde ediyor ve yavaş yavaş kutunun içindeki hakkında bilgi ediniyoruz. Buradan anlayacağımız gibi sıfat ve fiiller de isim kadar sadece zihnimize has varlıklar. Bir insandan ve  onun koşu yeteneğinden ayrı ayrı kavramlar olarak söz edebiliriz ama özne ve fiil ayrı şeyler değillerdir, ortada sadece özne ve bizim onu tanımlamak için kullandığımı zihinsel etiketler vardır.

Peki bu kadar basit bilgiler nasıl ufkumuzu açacak ya da hiçlikten varlık gelir mi ve halku'l-kuran gibi derin sorulara çözüm sunacak?

Elinizde bir mercek olduğunu ve bu merceğin her şeyi olduğundan yakın gösterdiğini düşünün. Eğer merceğin bu hatasını hesaba katmadan fikir yürütürseniz hatalar yapmanız normaldir. Mesela karşınızdaki bardak yakın görünüyor, yani yakında ama elinizi uzatınca erişemiyorsunuz yani uzağınızda. İki delilde somut ve reddedemeyeceğiniz deliller. O zaman bardak uzak mı yakın mı? Belki de kafanız karışır ve bardak yakın değildir ama uzak da değildir dersiniz?

Aynısı düşünce süreçlerimiz için de geçerli. Eğer zihnin her şeyi alt kavramlara etiketlemesini onun yapısından gelen ve hesaba katmamız gereken bir hata payı olduğunu gözde kaçırırsanız benzer bir hataya düşebilirsiniz. Halku'l-kuran konusunda yaşanan sorun Allah'ın sıfatları hakkındadır. Allah'ın Kelam sıfatı ezeli midir değil midir diye düşünürken aynı sorunla karşılaşmışlardır ve "ne aynıdır ne de ayrıdır" demişlerdir çünkü eğer ayrı olduğu düşünülürse sıfatın yaratılmadığını söylemek yaratılmamışları birden fazla yapacaktır, yaratıldığını söylemek ise Allah'ın bu kemal sıfata hep sahip olmadığı, bir eksiklik olduğu anlamına gelecektir ve bu sonuçların ikisi de yanlıştır. Eğer Allah'ın aynısı denirse buna da mantık karşı çıkmaktadır çünkü Allah, Kelam sıfatı yani konuşabilme yetisi değildir. Sonuç olarak "ne aynıdır ne ayrıdır" denilmiştir tıpkı bardak örneğimde bardağın ne uzak ne de yakın olması gibi. Burada şimdi size anlattığım mantığı kullanalım ve tekrar düşünelim. Allah'ın kelam sıfatı var mı? Var. Peki bu Kelam sıfatı aynı mı ayrı mı? Kelam bir sıfat. Aslında hiç bir şeyin bütüncül bilgisine sahip olmadığımız gibi Allah hakkında da bütüncül bilgiye sahip olamıyoruz, yine O'na bildirdiği ve bildiğimiz en kemal sıfatları yakıştırarak O'nu tanımaya çalışıyoruz. Yani gerçeklikte üzerine konuşacağımız, yaratılmış mı aynı mı ayrı mı diye soracağımız bir şey yok. Sıfat sadece zihninin içinde Allah'ı tanımanı sağlayan bir etiket. Örneğin bir koşu yarışından sonra "Bu ödül koşana mı yoksa bu kişinin hızlı koşabilmek fiiline mi verilmeli?" diye düşünerek kendi kafamızı karıştırmayız, ortada koşan kişi(özne)'den ayrı bir koşmak fiilinin varlığının olmadığını da biliriz(Hiç hayatınız boyunca koşmak fiili gördünüz mü? Koşan bir kişi olmadan sokakta kendi başına ilerleyen bir koşmak fiili? Ya da köşede biri onu alsın diyen bekleyen bir "koşabilen" sıfatı?).

Hiçlikten bir şey var olur mu sorusuna da aynı mantığı uygulayalım. Ortada bir fiil var yani bir özne ile etkileşime geçmişiz. Bunun üzerine tekrardan burada bir özne var mı diye sormamız zaten gereksiz, ortada bir gerçekten bahsedecek bir fiil varsa özne elbette ki var. Bu durumda hiçlik yanı ortada özne olmaması gibi bir şey olamaz.(Bu noktada bahsedilen özne var olan şeyin kendisi olamaz mı diye sorulabilir. Bu durumda soru "Varlığın kendini yaratması mümkün mü?" olur. Benim buna çok derin bir yanıtım yok, kısaca yapamıyor olmam benim için bu soruya hayır cevabını vermek için yeterli. Yoksa kendini yaratan yani kendine istediği özelliği veren varlıklar ya da insanlar mı var?)

a49

Size yardımcı olan insanlara bir teşekkürle de olsa
karşılık vermeniz iyiliğe karşı bir nezaket kuralıdır.
Forumda sizlere yardımcı olan arkadaşlarımıza
teşekkür edin ki iyilik devamlı olsun.


   
CevapAlıntı

Başa dön tuşu