Son 15 cevap

Son 10 konu

[box type= align="alignleft" class="" width=""]

İyi bir B-Y forumu yazarı nasıl olunur: 

  1. Öncelikle açacağınız konuya ne çok uzun ne de çok kısa ve konuyu çok iyi açıklayan bir başlık atmalısınız. Başlığı okuyan konuyu anlamalı. Daha sonra mesajınızı uzun olarak, ayrıntılandırarak yazmalısınız. Mesajı ayrıntılandırmaktan kaçınmayın, ne dediğimi herkes anladı diye düşünmeyin. Çünkü yazar öyle sansa bile, okuyucu çoğu zaman kısa yazılardan ne denmek istendiğini anlayamıyor.
  2. Konu açarken konu başlığını çok kısa veya uzun girmemelisiniz ve konuyla alakalı bir başlık olmalı. "Yardım edin", "Bir sorum var" gibi konunun içeriğini anlatmayan başlıklar olmamalı. Veya soruyu uzunca başlık kısmına yazmamalısınız. Başlık atarken kendinizin bu konuyu Google'da nasıl aratacaksanız o şekilde bir başlık atmanız uygun olur. Örneğin karışmayan denizleri Google'da aratan kişi "Birbirine karışmayan denizler" olarak aratır.
  3. Ayrıca telefondan yazsanız dahi noktalama işaretlerini kullanarak yazın ki yazdıklarınız anlaşılır ve kaliteli olsun ve cevap gecikmesin.
  4. Her konuyu ilgili forumda açınız. Örneğin dini soru soracaksanız "Bir sohbet aç" forumunda açmayınız.
  5.  Her konu için ayrı konu başlığı açalım. Bir konu başlığı altında daldan dala konmayalım. Bir konuyu tartışırken aklımıza yeni bir konu gelirse, yeni bir konu olarak açalım.
  6. Kanunlara aykırı olarak yapılan yorumları haber vermek için yorumun altındaki rapor butonuna tıklayınız. Detaylar Kullanım koşullarında.

Üye olamıyorum: Üyelik adınızı İngilizce karakterlerle ve boşluk olmadan oluşturunuz. Sonra e-posta adresine gelen doğrulama linkini tıklayınız. E-posta gelmediyse spam veya gereksiz kutusuna bakınız.

[/box]

İslamiyet'in kadına...
 
Bildirimler
Tümünü temizle

İslamiyet'in kadına verdiği değer

Katılım : 54 sene önce
Gönderiler: 0
Konu başlatıcı  

İlk konumuz "kadın’a karşı nasıl davranılır ?" olucaktır, sonrasında mülkten bahsedeceğiz. Kadın düşman olsa bile ona iyi davranmalıyız : Tegabün 14. "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir."

Bu ayetin nuzül sebebine baktğımızda şunu görürüz: "Bu âyeti bazı Mekkeliler hakkında nazil olmuştur ki, onlar müslüman olmuşlar ve Medine'ye Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gitmek istemişlerdi. Hanımları ve çocukları da onları bırakmaya razı olmadılar. Sonra kalkıp Resulullah'a geldiklerinde insanların dinî bilgileri kavramış olduklarını görünce zevcelerine ve çocuklarına ceza vermeyi düşündüler. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi." [Hak Din Kur'an Dili, Tegabün suresi, 14. ayet Tefsiri.]

Basitçe deniliyor ki: Müslüman erkekler hanımlarını cezalandıracaktı, bu ayet bunu engelledi. Onlara zarar vermek yerine iyi davranmaya ve affetmeye teşvik etti.

Erkekler kadınlara karşı iyi olmalılar, onları zorla evlendirmemeliler : Nisa 19. “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için evlenme ve boşanma konusunda- engel çıkarmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.”

 

“Kadınlara" yani bizzat onlara. "zorla" onları bu işe zorlayarak “mirasçı olmanız size helal olmadığı gibi..." Bu, cahiliye halkının bir uygulaması idi. Onlar ölen yakınlarının kadınlarına mirasçı oluyorlardı. Dilerlerse onlarla mehir vermeksizin (zorla) evlenirler, dilerlerse başkalarıyla evlendirir, mehirlerini alırlar ya da aldıkları mirası bir çeşit fidye olarak vermedikçe yahut bu halde ölünceye kadar evlenmelerine engel olurlar, böylece kadınlara mirasçı olurlardı. İşte bununla bu tür uygulamalar yasaklandı. "onları zorlamanız da helâl değildir." Yani onlara karşı bir arzu duymamakla birlikte sırf onlara zarar vermek kasdı ile onları nikâhınız altında tutmak suretiyle eşlerinizin başkaları ile nikâhlanmasını engellemeyiniz. Bu kelime zorlayıp sıkıştırma, engelleme, alıkoyma anlamına gelen “el-adl"den alınmıştır. "ed-dâu'l-udâl" da bundan alınmış olup kurtuluşu olmayan hastalık demektir.” [Tefsirü’l-Münir, cilt 2, s. 536-537.]

 

Görüldüğü gibi, bir kadın’a zarar vermek için bile onu nikah altında tutmak haramdır. Yine ayet kadının evlenmek istediği kişiyle evlenmesinin engellenmesini yasaklamakta ve zorla evlendirilmelerini yasaklamaktadır.

 

“Daha sonra Yüce Allah bütün kocalara ve (maksat çoğunlukla kocalar olmakla birlikte) velilere kadın ile iyilikle geçinmelerini emretmektedir. Bu da Yüce Allah'ın, "iyilikle tutmak" buyruğunu andırmaktadır. Bu da kadına hak ettiği nafakayı tastamam vermesi, ona karşı surat asmaması, güzel konuşması, kaba ve haşin olmaması, ondan başkasına meylini açığa vurmamasıyla olur. Geçim (işret) ise içli dışlı olmak ve birbiriyle kaynaşmak demektir. Evlilikten sonra kadınlarla güzel geçinmeye dair bu ilâhî emirden maksat ise mutlu, sakin, istikrarlı bir hayat ve rahat bir yaşayış ortamını her ikisi için hazırlamaktır. Bu koca için dinî yönden farz olan bir şeydir. Malikiler Yüce Allah'ın, "Onlarla iyi geçinin" buyruğunu şuna delil göstermişlerdir: Eğer kadına tek bir hizmetçi yetmiyor ise ona yeteri kadar hizmetçi tutmak görevidir. Tek bir hizmetçinin yeterli gelmediği halifenin kızı, hükümdarın kızı gibi. Bu dahi kadınlarla iyi geçinmek demektir. [Kurtubî, V/97.]” [Tefsirü’l-Münir, cilt 2, s. 541.]

 

Hizmetçi alma konusuda deyiniliyor tefsirde. Bu hizmetçilerin maaşını erkek karşılamakta, kadın değil.

 

Araf 189. " Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye ondan da eşini yaratan O’dur."

 

Rum 21. "Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır."

 

Bu ayet evlilikte sevginin (aşkın) olmasına dalalet eder. Aşk iyi davranmak, onu mutlu etmek ile olur, onları döverek, zulmederek, köle gibi kullanarak değil. Yine dövmeme ile alakalı pek çok hadis var : "Birçok kadın Muhammed ailesine gelerek kocalarını şikâyet ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir." [Ebu Davud, Nikâh, 42. Ayrıca bkz. İbni Mace, Nikâh, 51.]

 

"Kadınları, ancak kötüleriniz döver." [İbn Sa'd, 8/204.]

 

“Kadınlara iyi muameleden başka bir hakkınız yoktur.” [Tirmizi, Tefsir Tevbe, 3087.]

 

"Mü'minlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır." [Tirmizi, Radâ`, 11; Ebu Dâvud, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikâh, 50.]

 

“Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı iyi davrananlardır." [Tirmizi, İman 6; Hanbel, 6/47-99.]

 

“Kadına, ancak asalet ve şeref sahibi kimseler değer verir. Onları hor gören ve onlara ihanet edense, kötü ve aşağılık kimselerdir.” [Câmiü’s-Sağîr, 2/2129.]

 

"Kadınlari dôvenler, hayırlı adamlar değildir." [Müsned, Ibn-i Riyâzu's-Sâlihîn ve Terc. c. I, s: 320.]

 

“Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir.” [Müslim, c. II, s. 1091]

 

“Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir." [el-Camiu’s-Sağir, el, sh.78, Hadis No: 1647.]

 

Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat  iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır. Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir. Özetle; “Bana dünyadan güzel koku ve kadınlar sevdirildi. Benim en mutlu ânım ise, namazda olduğum zamandır.” (Nesâî, İşretü’n-nisâ 1, Mişkâtü’l-mesâbih, c.2, sb.669) Kadın ile güzel kokunun yan yana zikredilmesi, ayrıca namazla da bunun pekiştirilmesi önemli bir konudur.

 

“Hanımınıza yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, ‘onları dövmeyin’, onlara ‘çirkin’ demeyin, fena söz söylemeyin.” [Ebu Davud, Nikâh, 40-41.]

 

Hz. Aişe, Rasülullâh (s.a.v.)'in, ne hanımlarından ne de hizmetçilerinden kimseyi dövmediğini, eliyle hiç bir kimseye vurmadığını haber verir. [Müslim, Fezâil 79.]

 

Ahzab 21’e baktığımızda peygamber efendimizin güzel bir örnek olduğunu söyleyerek hiçbir kadın’a el uzatmıyacağımızı gösterir tamda peygamberin yaptığı gibi.

 

“Güzel geçim, devamlı güler yüzlülük, ehli ile oynaşmak, onlarla şakalaşmak, onların nafakasını (geçimini) geniş tutmak ve kadınlarını güldürmek Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huylarındandı. O kadar ki, Mü’minlerin annesi Hz. Âişe ile yarışır ve bu davranışı ile ona olan sevgisini gösterirdi. Âişe annemiz şöyle diyor: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem benim ile yarıştı ve ben onu geçtim. Bu, benim şişmanlamamdan önce idi. Ben şişmanladıktan sonra, yarıştığımızda ise o beni geçti ve ″İşte bu, seninkine bir karşılıktır″ buyurdu.

 

Peygamberimizin eşleri onun akşamlayacağı evde her akşam toplanırlar, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bâzı kere akşam yemeğini onlarla birlikte yer, sonra her biri kendi evine giderdi. Resûlullah Efendimiz, hanımı ile bir örtü altında uyurlar, omuzundan ridâsını bırakır ve izar ile uyurdu. Yatsı namazını kıldıktan sonra evine girer, uyumazdan önce ehli ile bir miktar sohbet eder ve böylece onlara yakınlık sağlardı. Allah’u Teâlâ: ″Yemin olsun ki Resûlullah’ta, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenler için güzel bir numune vardır″ [Ahzab 21] diye buyuruyor." [İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 2, s. 242.]

 

Onları boşasak bile onları güzelce salmalıyız, zulmedemeyiz hatta mehri geri vererek boşama haklarıda vardır : Bakara 229. “Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah'ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır,bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah'ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

 

Bakara 237. ″Eğer mehri belirlenmiş zevcelerinizi, cimâ etmeden boşarsanız, o zaman mehrin yarısı kadınındır. Ancak kadının veya nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın) kendilerine ait olan kısmı bağışlamaları müstesnâ. Bağışlamakla takvâya daha fazla yaklaşmış olursunuz. Birbirinize iyilikte bulunmayı unutmayın. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.″

 

Ahzab 49. “Ey îman edenler! Mü’min kadınları nikâhlar, sonra da onlarla birleşmeden boşarsanız, artık onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. O halde onlara, (mehir belirlenmemişse) bir mut’a verin ve onları güzel bir sûrette salıverin.”

 

Nisa 4. "Kadınlara mehirlerini borcunuzu öder gibi verin. Eğer onun bir kısmını size gönül razısıyla verirlerse onu da âfiyetle yiyin."

 

Nisa 20. "Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz onu, iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız?"

 

Yukardaki 4 ayet kadın’a verilecek mehirden bahsediyor, 2 tanesi muta’dan bahsediyor. Mehir: Evlenirken ağırlığını koyar, damat adayından istediği kadar "mihir" alır. Mihir onun Allah tarafından belirlenmiş en tabii hakkı ve hayat garantisidir. Harcama sahası, meşru çerçevede tamamen kendi iradesine bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi ticarî işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûri harcamalar erkeğin sırtınadır. Erkek, elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi varlığı ölçüsünde kadının nafakasını sağlamak zorundadır. Sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır.

Mehrin üst sınırı yoktur, bolca verilebilir bunuda Nisa suresinin 20. ayetinde görüyoruz nitekim ayette "yüklerle mehir" deniliyor. Hz. Ömer ile bir hanım arasında geçen olayın delaletiyle bu ayet-i kerimeden bu anlaşılmıştır.

 

Söz konusu olay şudur: "Hz. Ömer irad ettiği hutbesinde şöyle dedi: "Kadınlara aşırı yüksek mehir vermeyiniz. Çünkü bu, dünyada bir şeref, Allah nezdinde de bir takva olsaydı öncelikle bunu Resulullah (s.a.)'ın yapması gerekirdi. O hanımlarından olsun, kızlarından olsun hiç birisi için on ukiyyeden fazla mehir verip almamıştır." Bunun üzerine bir kadın ayağa kalkarak dedi ki: "Ey Ömer, Allah bize veriyorken sen bizi mahrum mu edeceksin?" Yüce Allah, "Öbürüne yüklerle mehir vermiş olsa­nız bile ondan hiç bir şey almayın" diye buyurmuyor mu? Hz. Ömer bunun üzerine dedi ki: Bir kadın görüşünde isabet etti ve Ömer yanıldı." [Kurtubî, Tefsir, V, 99.]

 

Bu olayda şunlar dikkatimizi çekmektedir: 1. Halife Ömer hutbe okurken mescitte kadınlar da bulunmaktaydı;

 

  1. Kadınlar, meclisteki konuşmalara müdahil olup görüşlerini anlatabiliyorlardı;

 

  1. Kadın, görüşünü âyete dayandırıyor;

 

  1. Hz. Ömer, kadını dinliyor ve onun görüşünün daha doğru olduğunu kabul ediyor;

 

  1. Hz. Ömer’in görüşünün gerekçesi Hz. Peygamber dönemi uygulamaları, o zamanki şartlara göredir. Bu uygulamalar, geniş imkânlara sahip olanlar için herhangi bir sınırlamanın gerekçesi olamaz. Zîrâ konu hakkında açık âyet vardır. Kadının âyetle Hz. Ömer’e itiraz etmesi, Hz. Ömer’in de âyeti hatırlayıp fikrinden vazgeçmesi, ilk dönem insanlarındaki saf Kur’ân kültürünün ne kadar diri olduğunu gösterir.

 

Âyet-i Kerîme’de geçen, ″Mut’a″ kelimesinden maksat; kişinin hâline göre cimâ olmadan boşadığı kadına mal veya para vermesidir. Durumu zayıf olanında gücüne göre elbise veya başörtüsü gibi bir şeyler vermesi lâzım, demektir. Bu ayet dadın’ın hakkını savunuyor yani erkek “cima” etmeyip hanımını boşayarak, kadın’ın zamanını ısrar etmiş olur, ondan bunu “cezası” Mut’a’yı vermektir.

 

Adet görme kadına eziyet olduğu için Allah kadınları savunarak bu süreçte cinsel ilişkiyi yasaklıyor: Bakara 222. "Sana kadınların aybaşı hallerini soruyorlar. De ki: O bir rahatsızlıktır. Bu sebeple âdet günlerinde kadınlardan ayrı durun, temizlenmedikçe onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. İyice temizlendiklerinde onlara Allah'ın emrettiği şekilde yaklaşın. Allah çok tövbe edenleri sever ve içi dışı temiz olanları sever."

 

Bu ayetin bilimsel yönüne bakalım: Adet döneminde kadınların eziyet çekmeleri, sıkıntı içinde olmaları; Yüce Allah’ımız ayette adet döneminin kadınlar için bir eziyet, bir sıkıntı olduğunu bildirmiştir. Gerçekten de bu durum bilimsel olarak kanıtlanmış ve bilinen bir gerçektir.

 

Adet döneminde kadınların yaşadığı olumsuz değişiklikler; Adet kanını dışarı atmak için rahim aralıklı olarak kasılır. Ayrıca adet kanı dökülürken ağrı molekülleri açığa çıkar. Bunun nedeni iskemidir (rahim iç zarının nekrozu ve dökülmesi). Hemen hemen her kadında adet döneminde kasık bölgesi ve alt karın bölgesinde değişen şiddette ağrılar görülür. Bu ağrılar sağ ve sol karın bölgesine, alt bel bölgesine ve bacaklara da yayılabilir. Dismenore ‘Dysmenorrhea’ olarak isimlendirilen durum ise bu ağrıların daha şiddetli olmasıdır.  Dismenoresi olan kadınlar çoğunlukla ağrı kesici ilaç kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Adet dönemindeki ağrılara ek olarak bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, baş dönmesi-sersemlik, uyum bozukluğu, fenalaşma ve yorgunluk görülebilir.

 

Adet döneminde görülen aşırı ağrı (Dismenore ‘Dysmenorrhea’) toplumdaki kadınların %25-36.4 gibi çok yüksek bir oranında görülür. Tam da Yüce Allah’ın ayette bildirdiği gibi; Adet dönemi kadınlar için bir eziyet, bir sıkıntıdır. Adet döneminde cinsel ilişkinin yasaklanmasının gerekçesi; Adet döneminde kadının bir sıkıntı içinde olduğu zaten ortadadır. Ağrı ve eşlik eden problemler ile uğraşırken bir de cinsel ilişkiye girmesi pek mantıklı gözükmemektedir. Bu kadınların eşleri tarafından cinsel ilişkiye dolaylı olarak davet edilmesi de ayetle yasaklanmıştır ki kadın kendisini eşine karşı eksik hissetmesin.

 

Bu ayet olmasa idi, eşleri bilinçsizce onları cinsel ilişkiye davet ettiğinde hayır diyemeyecek, sıkıntıda olmasına rağmen kabul etmek zorunda olacaktı. Ayrıca; Adet döneminde cinsel ilişkiye girmek kadında endometriosiz denilen çok ciddi bir hastalığın oluşmasına neden olmaktadır.

 

Kısaca özetlemek gerekirse; Endometriosiz toplumda %7 oranında görülür. Çocuk sahibi olamayan infertil çiftlerin %25'inde görülür. Adet kanının rahmin tüplerinden geçerek karın içerisine boşalması sonucu oluşur. Buna ‘retrograde menstrüasyon’ (geriye adet) denir. Geriye doğru akan adet kanı kasık içindeki organların üstüne yapışır. Yumurtalıklar, kasık peritonu (kasık bölgesini içten saran bir zar), tüpler, mesane, bağırsak gibi organların üstüne yapışır. Kadın adet görmeye başladığında bu bölgedeki dokular da kanamaya başlar ve adet döneminde çok şiddetli ağrılar oluşur. Yumurtalık içine girerek endometrioma (çikolata kistleri) kistlerini oluşturur.

 

Karın içine akan adet kanı tüplerin yapısını bozarak kısırlığa (çocuk sahibi olamama) neden olabilir. Ayrıca çok sancılı cinsel ilişkiye neden olur. Kadının cinsel hayatı tam olarak kâbusa ve eziyete döner. Son yıllarda yapılan çalışmalarda adet döneminde cinsel ilişkiye girmek endometriosiz riskini 2 katına kadar artırmaktadır. [Association between sexual activity during menstruation and endometriosis: a case-control study. Int J Fertil Steril. 2019; 13(4): 230-235.' ve International Journal of Fertility and Sterility Vol 14, No 1, April-June 2020.]

 

Adet döneminde cinsel ilişkiye girmek cinsel yolla geçen enfeksiyon riskini de artırmaktadır. Bunun mantığı şudur; Adet döneminde rahim ağzı kanın akmasını sağlamak için açıktır. Bu dönemde cinsel ilişki mikropların rahim içine doğru geçmesini kolaylaştırabilir. Adet dönemi bittiğinde rahim ağzı kapanır ve rahim ağzından salgılanan bir salgı ile rahim ağzı dolar ve mikropların yukarı doğru geçişine engel olur. Ayrıca adet döneminde savunma sistemi zayıflar. Adet döneminde cinsel ilişki AİDS (HIV), Klamidya 'Chlamydia', genital uçuk 'genital herpes', genital siğil 'genital warts (condyloma)', bel soğukluğu 'gonorrhea', frengi 'syphilis', trichomonas, Gardnerella vaginalis, hepatitis B ve şankır 'chancroid' hastalıklarını 2.8 kat artırmaktadır. [Tanfer K, Aral SO (1996) Sexual intercourse during menstruation and self-reported sexually transmitted disease history among women. Sex Transm Dis 23:395–401.]

 

Adet döneminde rahimden gelen kan fazla miktarda demir içerir. Bu demir de gonokok benzeri bakterilerin hızlı çoğalmasına neden olabilir. [James J, Swanson J (1978) Color opacity colonial variants of Neisseria gonorrhea and their relationship to the menstrual cycle. In: Brooks GF, Gotschlich EC, Holmes KK, Sawyer WD, Young FE (eds) Immunology of Neisseria gonorrhea. American Society for Microbiology, Washington, DC, pp 338–343.]

 

HIV gibi virüsler adet kanında bol miktarda olabilir. Erkek için çok ciddi risk oluşturabilir. [Alexander N (1990) Sexual transmission of human immunodeficiency virus: virus entry into the male and female genital tract. World Health Organization, Global Programme on Acquired Immune Deficiency Syndrome. Fertil Steril 54:1–18.]

 

Daha detaylı okuma için şu makale önerilir: "Does intercourse during menses increase the risk for sexually transmitted disease? Samuel Lurie  Archives of Gynecology and Obstetrics volume 282, pages627–630(2010)."]

 

Lohusalık ile ilgili analiz; Doğumdan sonra kadınlarda 45 gün kadar miktarı koyu kırmızıdan daha açık renge doğru değişen bir kanama olabilir. Ayetin özü düşünüldüğünde lohusalık döneminde de cinsel ilişki yasaktır. Çünkü lohusalık döneminde rahimden gelen kan da ayetteki l-mehidi kelimesinin anlamı olan rahimden gelen kan kapsamına girer.

 

Hatta rahimden gelen kanama durumlarının hepsi cinsel ilişki için bir engeldir. Rahimden sürekli kan geliyorsa cinsel ilişki yasaktır. Rahimden sürekli kan gelmesinin nedenleri olarak; Disfonksiyonel rahim kanamaları (yumurtlama olmaması nedeni ile kanama), rahim kanseri, rahimde miyomlar, rahimde polipler, rahim iç zarının kalınlaşması gibi tıbbı müdahale gerektiren durumlardır. Sayılan bu durumlar tedavi edildikten sonra cinsel ilişkiye izin verilmelidir.

 

Özetle; Adet dönemi kadınlar için bir sıkıntı ve bir eziyettir. Bu dönem onlar için zor bir dönemdir. Bu dönemde cinsel ilişki olması onların sıkıntılarını daha da artırır. Endometriosiz hastalığı riskini artırır. Cinsel yolla geçen hastalık riskini artırır. Bu nedenle adet döneminde cinsel ilişkiden uzak durulmalıdır. Adet dönemi bittiğinde cinsel ilişki gerçekleştirilebilir. Lohusalık döneminde de cinsel ilişki yasaktır. Cinsel ilişki Allah’ın emrettiği yer olan vajinadan olmalıdır.

 

Boşanma anında kadına belli bir süre nafaka verilmesi gerek, ayrıca bebeği emzirdiği için ücret vermek lazım hemde bu nafaka az az değil, fakat fazla fazla verilmesi önerilir, hemde kadınlar iddet sürelerini bekleyince onlara zarar vermeyi yasaklıyor : Talak 6-7. "O kadınları, durumunuza uygun olarak kendi oturduğunuz yerde oturtun ve onların imkânlarını daraltmak yoluyla kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın. Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara karşılığını ödeyin ve aranızda güzelce konuşup anlaşın. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektir. Varlıklı olan varlığından harcasın, rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır."

 

Cahiliye devrinde kızlar utanç kaynağı diye onları gömerlerdi, yüzlerini asarlardı. Kur’an hem buna şiddetle karşı çıkıp, onları tehtid edip, kadınlara müjde diyor: Nahl 58-59. "Onlardan birine bir kız müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir. Verilen müjdenin (kendisine göre) kötülüğünden dolayı halktan gizlenir. Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen onu yanında mi tutsun yoksa toprağa mı gömsün. Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!"

 

Tekvir 8-9. "Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda;"

 

Kız çocuğu öldürme adetinin pek yaygın olmadığı tarzında ileri sürülen görüşler mevcut bulunmaktadır. Ancak bu görüşü kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hamile kadın bir çukur kazar, orada doğumunu gerçekleştirir, eğer kız değarsa onu hemen çukura atar ve gömerdi. Bazen de hemen öldürmezler, bu işi çocuk altı yaşına gelince yaparlardı. [Çağatay, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1982, s. 135.]

 

Görüldüğü gibi daha doğum sırasında kız olma ihtimaline karşı gömmek için çukurların kazıldığı bir ortamda bu adetin yaygın olmadığını söylemek zordur. Ayrıca Temim'li Sa'saa b. Naciye'nin ölümden kurtardığı kız sayısı İbnu Habib'e göre yüz [İbnu Habib, Ebu Cafer Muhammed b. Habib el-Bağdadi, Kitôbu'/-Muhabber, Beyrut ts., s. 141.], İsfehani'ye göre üçyüzaltmıştır. [El-lsfehani, Ebu'l-Ferec Ali b. Hüseyin Kitdbu'/-Egdni, Kahire, 1935-1974, XXI, 280.]

 

Dikkat edilmesi gerekir ki bu sayı, sadece bir kişinin ölümden kurtardığı kız sayısıdır. Bu rakam ister yüz, isterse üçyüzaltmış olsun en azından, "pek yaygın değildi" denilemeyecek kadar korkunç bir oranı göstermektedir. Kaldı ki öldürülen ya da kurtarılan kız çocukları bu miktarla sınırlı da değildir. [Kız çocuklarını öldürme ve kurtarma olaylarıyla ilgili diğer örnekler için bkz. Dr. Rıza Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Ravza Yay., Istanbul, 1992, s. 29 vd.]

 

İsra 40. “Ey kâfirler! Rabbiniz, sizin için oğullar seçti de kendisi için meleklerden kızlar mı edindi? Muhakkak ki siz, çok ağır bir söz söylüyorsunuz.”

 

Müşrikler; ″Melekler, Allah’ın kızlarıdır″ diye iftirada bulunmuş, kendi kızları doğunca da onları diri diri toprağa gömdükleri olmuştur. Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de, müşriklere hitap ederek, kendileri için sevmedikleri şeyleri Allah’a nasıl isnada kalkıştıklarını beyan edip, çelişkilerini ortaya koymuştur. Allah’ın kızları diyerek kızlar sanki Allah’ınmış algısı yaratıyorlardı, böylece daha kolay kız gömebiliyorlardı. Yani basitçe ayet kızların sevilme hakkının olduğunu, insan olduklarını savunuyor.

 

Zuhruf 16-17. “Yoksa Allah’u Teâlâ, mahlûkatından kızları kendi için edindi de, oğulları da sizin için mi seçti? Halbuki onlardan biri, Rahmân’a nispet ettikleri kız çocuğu ile müjdelendiği zaman, içi öfkeyle dolar ve yüzü kapkara kesilir.”

 

Allah burada Müşriklerin kız çocuğu doğunca onlara öfkelenmesine kızıyor, yine Allah burada kadına müjde diyor.

 

Allah Meryemi seçtiği kadın olarak tanıtıyor, üstün kıldığınıda söylüyor: Ali İmran 42. "Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni alemlerdeki kadınlara üstün eyledi."

 

Kasas 23-24. "Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaşı. Onların biraz ötesinde de (hayvanlarının suya gelmesini) engelleyen iki kadın gördü. Onlara, "meseleniz nedir?" diye sordu. "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlıdır" dediler. Bunun üzerine Mûsâ, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekilip, "Ey rabbim! Bana lutfedeceğin her türlü hayra muhtacım!" diye niyazda bulundu."

 

Şuayb'ın kızları kadın olduğu için hayvanlarına sulama sırası verilmezken Musa'nın onların hakkını nasıl savunduğunu anlatılması, bizlere kadın hakları savunuculuğu dersi veren Kuran mı kadın düşmanıdır?

 

Enam 139. “Bu (Bahîra ve Sâibe gibi) hayvanların karınlarındaki yavrular, erkeklerimiz için helâl, kadınlarımız için haramdır. Eğer ölü doğarsa, onlardan erkek ve kadınlar yiyebilir″ dediler. Allah’u Teâlâ, onlara bu isnatlarının (haram ve helâl hususundaki yalanlarının) cezâsını yakında verecektir. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir ve her şeyi bilendir.”

 

Bu ayette müşriklerin kadınlara yaptıkları haksızlık anlatılmakta ve karşı çıkılmaktadır.

 

Anne emeğinin babanın emeğinden daha fazla zikredilmesi: Ahkaf 19. “Biz insana, 'anne ve babasına’ iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu."

 

"Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Bir adam gelerek: "Ey Allah'in Resulu iyi davranip hos sohbette bulunmama en ziyaade kim hak sahibidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Annen!" diye cevap verdi. Adam: "Sonra kim?" dedi, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar: "Sonra kim?" dedi Resulullah (aleyhissalatu vesselam) yine: "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: "Sonra kim?" Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bu dorduncuyu: "Baban!" diye cevapladi."

 

Yine burada Peygamber Efendimiz anneye itaati öne koyuyor, onun şanını yüceltiyor.

 

“Cennet annelerin ayağı altındadır.” [El-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 335, No: 1078, Kenz-ül Ummal, Hadis: 45439, Menavi, Feyzul Kadir, 3/361.] diyen dinimiz kadına-anneye hak etmiş olduğu değeri vermiştir.

 

Allah Belkıs’ı kraliçe, hükümdar olarak tasvir eden sonra da Hz. Süleyman’ın mülkünde Sultan eden Kuran: Neml 42. "Kraliçe geldiğinde, "Senin tahtın da böyle mi?" diye soruldu. "Tıpkı o!" dedi ve ekledi: "Biz bundan önce hakkınızda bilgi sahibi olmuş ve çağrınıza boyun eğmiştik."

 

Hiçbir erkek mümine ve kadına haksızlık yapılmıyacağının müjdesi: Nahl 97. “Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükafatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz."

 

Nisa 124. “Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve âhiret için yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.”

 

Bu ayet ne kadar ahirettende bahsetse bu dünyada da adaletli olmamıza bir teşviktir.

 

Eşitlik: Ali İmran 195. "Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayaçağım."

 

Hucurat 13. “Ey insanlar! Şüphesiz ki, Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en makbul olanınız, en fazla takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır.”

 

Kadınların örnek olması: Tahrim 10-12. “Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal vermektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli kişinin nikâhı altındaydılar ama kocalarının davasına hıyanet ettiler. Dolayısıyla kocaları da Allah’tan gelen cezaya karşı onları koruyamadı ve kendilerine, "Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!" dendi. Allah iman edenlere de Firavun’un karısını misal vermektedir: O, "rabbim!" demişti, "Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selâmete çıkar!" İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.”

 

Hz. Musa’nın annesine vahiy gönderen, sonra “Gözü aydın olsun diye O’nu Musa’ya kavuşturttuk” diye anneye verdiği değeri gösteren ayetler kadına değer vermemiş olur mu? [Kasas 7]

 

Yine bir kadının zina ettiğini görse bile dört tane şahit getirmeden bunu dillendirene 80 sopa cezası verir [Nur 4]. Eğer erkek çok eminse 4 defa Allah’ın laneti üzerine yemin edebilir, fakat kadında aynı yeminle zina yapmadığını söylerse kadına inanılır. Bu sayede kadınlara iftira atmanın önünü kestiği gibi, kadınların toplumda lekelenmesini zorlaştırır.

 

Mücadele 1-4. “Allah kocası hususunda seninle tartışan ve halinden Allah’a şikâyet eden kadının sözünü işitti.”

 

Buradan kadının şikayetinin dinlendiğini anlayabiliyoruz.

 

Bakara 229. "Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır,bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah’ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir."

 

Bu ayetten kadına zarar verilmiyeceğini öğreniyoruz. Mehrini vererek boşama hakkı olduğunu görüyoruz.

 

"Boşama iki defadır" âyeti ile ilgili olarak sabit olduğuna göre cahiliyye dönemi insanlarının boşama için kabul ettikleri belli bir sayıları yoktu. Bununla birlikte iddet onlarca belli idi ve süresi tesbit edilmişti. Aynı durum İslâm'ın ilk dömemlerinde de bir süre böyle devam etti. Erkek karısını dilediği kadar boşayabiliyordu. Boşamasından kurtulup başkalarıyla evlenmesi helâl olması yaklaştı mı, dilediği kadar da ona ric'at yapabiliyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde bir erkek karısına: Seni barındırmam ve senin helâl olmana da imkân vermem, dedi.

 

Kadın: Bu nasıl olur? deyince şu cevabı verdi: Seni boşarım. İddetinin bitmesi yaklaştı mı sana dönerim. Kadın bunu Hazret-i Âişe'ye şikâyet etti. Hazret-i Âişe de durumu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a zikretti. Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi erkeğin yeni bir mehir ve veliye ihtiyaç olmaksızın ric'at yapabileceği talâk sayılarını beyan etmek üzere indirdi ve onların önceki durumlarını neshetti. [Tirmizî, Talâk 16; Muvatta’', Talâk 29.]

 

Bu hadisten Allah’ın kadın haklarını savunduğunu görüyoruz. Erkek sırf nafaka vermemek için onu boşayıp geri evleniyordu. İslam ile bu 3’e sınırlandırılmıştır, hemde İslam’da kadın boşayınca üstte dediğim gibi, belli bir süre nafaka vermeli.

 

3 talak hakkı olsa bile erkek sırf kadına zarar vermek için ona iddet bekletemez, bunuda aşağıdaki ayette görüyoruz. Yani İslam cahiliye adetini tamamen kökünden ortadan kaldırıyor.

 

Bakara 231. "Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki kendine haksızlık etmiştir. Allah’ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allah’ın size bahşettiği nimetleri, kitaptan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir."

 

Yine hadislerde boşanma ile dalga geçemiyeceğimizi öğreniyoruz. Kadını aşağılamak için seni 100 kere boşadım demekle olmuyor.

 

"Bana ulaştığına göre adamın biri İbn-i Abbas’a dedi ki: ″Karımı yüz talakla boşadım. Durumum hakkında ne dersin? İbn-i Abbas ona dedi ki: ″Üç talakla karın senden boş oldu. Kalan doksan yedi talakla da sen Allah’ın âyetleriyle alay etmiş oldun.″ [İmam Mâlik, Muvatta, Talak 2.]

 

Yine bu konuda Resulullah çok sinirleniyor, hatta bir adam öldürmek istiyor o kişiyi: "Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, adamın birinin karısını bir defada üç talakla boşadığı haberi verildiği zaman, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, öfkeli bir şekilde ayağa kalktı ve ″Ben henüz içinizde iken Allah’ın kitabıyla mı oynuyorsunuz?″ buyurdu. Bunun üzerine de bir adam kalkıp dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Gidip onu öldüreyim mi?″ [Sünen-i Nesâî, Talak 6.]

 

Hüllenin yasak olması: Bakara 230. "... ve üçüncü kez de boşarsa, artık onu bir başkası nikâhlayıncaya kadar ona dönemez …"

 

Yani, kadın, üçüncü talakla ondan boşandıktan sonra, iddetini bitirecek, normal şartlarla bir başkası ile evlenecek, karı-koca ilişkileri yaşayacaklar ve günün birinde onunla da anlaşamaz ve ayrılırlarsa ve tekrar iddet beklerse, o zaman birinci kocasının ona talip olması ciddî bulunur ve onunla evlenebilir. Çünkü karısının sonradan bir başkası ile evlenmesi gibi son derece onur kırıcı bir işi sineye çekmiş ve buna katlanmış olması, artık epeyce ders almış olduğunu gösterir.

 

Ancak insanlar, her işe hile buldukları gibi, buna da bulmuşlar ve karısını üç talakla boşayan adamın ona tekrar dönme isteği halinde, üçüncü bir kişiyle anlaşıp, hemen boşaması şartıyla kadını ona nikâhlama gibi çirkin bir yol seçmişlerdir. İşte bu olaya "hülle" ya da "tahlîl", bu şartla kadınla evlenen ikinci kocaya da "muhallil" denir. Peygamberimiz "hülle" yapan bu ikinci erkeği kiralık tekeye benzettiği [İbn Mâce, Nikâh, 33.] ve "Allah, hülle yapana da, kendisi için hülle yapılana da lânet etsin" buyurduğu [İbn Mâce, nikâh 33; Ebû Dâvûd, nikâh 14; Tirmizî, nikâh 28; Müsned 1/83, 88, Il/323.]

 

Buradan kocanın boşanmaya dikkat etmesi gerektiğini görüyoruz. Bir koca 3 defa hanımını boşadıktan sonra, bir kere daha evlenmesi için, kadın başkasıyla ilişkiye girmeli, evlenmeli vs … Bu erkeği çok tiksindirecek olan bir şey, bu yüzden erkek boşanmamaya yönelir.

 

Allah (cc) Kuran’da “Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Kimi dilerse, ona kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkekler lutfeder. Yahut (çocukları) erkekler-dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse, onu kısır bırakır. Muhakkak ki, O âlimdir, her şeyi bilir. Kâdirdir, her şeye gücü yeter.” [Şûrâ 49-50] diye buyurur.

 

Hiç bir Müslüman, çocuğunun erkek olmasıyla övünemeyeceği gibi, kız olmasıyla da yerinemez. Çünkü önemli olan, çocuğun ”kız veya erkek” olması değil, "Hayırlı bir evlâd” olmasıdır, ayettede bunu görüyoruz. [Aysel Zeyneb Tozduman, İslâm’da Kadının Hakları, s: 36).]

 

Nisâ 7. "Ana babanın ve akrabanın (geriye) bıraktıklarından erkeklere pay vardır; ana babanın ve akrabânın (geriye) bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. (Mirasın) gerek azından, gerek çoğundan (hem erkeğe, hem de kadına) bir hisse ayrılmıştır."

 

Nisa suresinin 7. âyetinin bir kadının şikâyeti üzerine indiği rivayet edilir. Bu kadının ölen kocası, geriye üç kız çocuğu bırakmış idi. Amcası oğulları adamın malını tamamen aldılar, karıšına ve üç öksüz kızına hiçbir şey bırakmadılar. Kadın, durumu Allah'ın Elçisine şikâyet eti. Allah'ın Elçisi, malı alanlara adam gönderdi. Fakat varisler, malın kendilerine aid olduğunu söylediler. Çünkü ölen kişinin erkek oğulları yoktu. Arap adetine göre mirasa, ölenin yalnız erkek akrabası varis olurdu. İşte Nisa Suresinin 7 nci âyeti bu olay üzerine indi. Bu âyet inince Allah'ın Elçisi, adamlara haber salıp Allah'ın, kadınlara da pay ayırdığını bildirdi. Daha sonra da akrabadan herkesin ne miktar pay alacağını bildiren miras âyetleri indi. [Tefsiru Ayeti’l-ahkam, cilt 2, 32.]

 

Hazret-i Ömer'den: "Biz İslam'dan önce kadınları insan yerine koymazdık. İslam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi hakları anlatıldı. Ondan sonra biz kadınların da erkekler gibi hakları olduğunu düşünür hale geldik!" [Müslim, c. Il, 11108; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azim, cilt 1, Nisa suresi.]

 

Bir tespit de oğlu Abdullah'tan. "Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk, vahiy gelir de bizi azarlar kadın hakları konusunda diye!" [Buhari, Nikah, 80]

 

Ali İmran 36. "Fakat onu doğurunca, "Rabbim ben bunu kız doğurdum" dedi. Halbuki Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bi­lir. Erkek ise kız gibi değildir. "Ben adını Meryem koydum. Ben onu da zürriyetini de kovulmuş şeytandan sana sığındırırım" dedi."

"İmran'ın hanımı kız çocuk doğurunca üzüntü ve kederle dedi ki: Ben kız çocuk doğurdum. Halbuki Beyt'in hizmetine ancak erkekler kabul edilir. Zira kadınlar, ayhali olur, doğum yapar; bu sebeple orada hizmet için müsait değildir. Allah ise ne doğurduğunu ve doğurduğu yavrunun makamını en iyi bilendir. Bu ifadeler, dişinin şanını yükseltmektedir. Onun temenni edip istediği erkek ise dişi gibi değildir, yani ibadet ve Mescid-i Aksa'ya hizmet hususunda, güç ve gayreti bakımından ona benzemez. Aksine bu dişi onun umduğu erkekten daha hayırlıdır. "Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir" buyruğu Yüce Allah'ın sözleri arasındadır. Burada geçen, "(bimâ vedaat) ne doğurduğunu" buyruğu "(bimâ vada'tü) ne doğurduğumu" diye de okunmuştur. O takdirde bu yüce Allah'ı tazim ve tenzih kasdıyla İmran'ın hanımının söylediği bir söz olur." [Tefsirü’l-Münir, cilt 2, s. 196-197.]

 

Ayetler eşlerin kendilerine birer giysi olduğu söyleniliyor : Bakara 187. “Oruç gecesinde kadınlarınızla birleşmek size helâl kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz.”

 

Kadının, erkeğin bir parçası olduğunu söylemek, onun değerini düşürerek erkeğinkini yükseltmez. Çünkü bu parça, işe yaramadığı ve hatta zararlı olduğu için bütünden atılan bir parça değildir. Tam tersine, bütünün, onsuz yapamayacağı bir parçadır. Çünkü Kur'an, kadını, erkeğin her zaman muhtaç olduğu ve sadece kendisiyle huzura kavuşabileceği değerli bir eş ve müstesna bir varlık olarak kabul eder.

 

"Çocuğun kız doğmasında da erkekte olduğu gibi, "Şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. İsmi güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır. Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz (asm) özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş, haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. [Meselâ Resûlüllah'ın (asm) zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir, kendisi zamanının en alimi olarak tasvir ediliyor.]

 

Peygamberimiz (asm) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini yasaklamıştır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazırlık yapabilme imkânı bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. Bu konuda bir hadîs-i şerîfin meâli şöyledir: "(Uzaklardan) geceleyin geldiğinde hanımının yanına girme ki, bıçak kullanıp tıraş olsun, dağınıksa tarasın. (gelişine hazırlansın)." [Buhârî, Nikâh, 121, 122; Müslim, Radâ', 58; İmâret 181,182; Dârimî, Nikâh, 32; Cihâd, 163.]

 

Kocanın karısını cinsel yönden tatmin görevi de vardır. Peygamberimiz (asm), karısını düşünmeden, işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana benzetmiş ve sevişip okşama olmadan cinsel ilişkiye geçilmemesini tavsiye etmiştir. [Deylemî'den, Gazâlî, Ihyâ IV/52. Ayrıca bk. Suyutî, el Camiu's-Sağîr (Fethu'I-Kadîr ile) VI/323)] Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel ilişkiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale gelir. İyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir. Cinsel ilişkide sadece kendisini düşünen erkekler, karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk aldıklarını unutmamalıdırlar. Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel ilişki yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı vardır.

Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri ve koku masrafi erkeğe aittir. Yılda yazlık ve kışlık olmak üzere iki takım elbise erkeğe aittir. Anlaşmazlık söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce tesbit edilir. Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek hakkıdır. [Bakara 233]

 

Örfe göre kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri dışında kadın, hiçbir iş yapmak zorunda değildir. Bunlarıda hizmetçi tutturarak yine yapmayabilir. İhtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye başvurabilir.

 

Kadın kocanın yakınlarını istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı gösterilmiştir. Hattâ cinsel ilişkiyi bilmeyecek kadar küçük olan çocuğu dışındakiler için de aynı sebeble ayrı odalar istemek, kadının hakkıdır.

 

Kadının, haftada en az bir kez anne-babasını ziyaret hakkı vardır, erkek buna engel olamaz. Erkeğin haklarına bir zarar vermeyen meşru işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak hakkıdır.

 

Bir seçim söz konusu olduğunda, kadının seçme hakkının bulunduğunu çoğu İslâm bilginleri söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme, "bey’at"tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz (asm) kadınlardan da bey'at almıştır. Hz. Ömer (ra)'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır. Bunlarıda ayetler ve tefsirleri ile aşağıda göreceğiz. [Muhammed Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş Ist.1981, s. 112 (Ibn Kesîr'den nakil)]

 

Mümtehine 12. "Ey peygamber, mü'min kadınlar: Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, evlatlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana asi olmamaları şartıyla, sana, bey'atleşmeye geldikleri zaman, bey'atlerini kabul et. Onlar için, Allah'tan mağfiret iste... Çünkü Allah, çok affeden, çok merhametli olandır".

 

"Ümmü Atıyye (r.a.) şöyle demiştir: Biz kadınlar RasûluIIah'a bey'at ettik. Kendisi bize "Allah'a hiçbirşeyi ortak tutmamaları..." âyetini okudu. Ve bizleri ölü üzerine çığlıkla matem tutmaktan nehyetti. Bu (matem tutmamak şartını söylediği) sırada bir kadın bey'at etmekten elini çekti de: Fulâne kadın (yakınım olan bir ölüye ağlamamda) bana yardım etmiş, yânî benimle beraber ağlamıştı, ben onun bu beraber ağlamasına karşılık vermek istiyorum, dedi. Peygamber (s.a.w.) o kadına hiçbirşey söylemedi (sükût etti). Bunun üzerine kadın gitti. Sonra kadın yine geldi de, Peygamber onunla bey'atlaştı." [Buhari, Tefsir, Mümtehine suresi, 12. ayet Tefsiri.]

 

"Bey'atte kadınlara koşulan şartlar erkeklere de koşulmuştur: Übâde b. es-Sâmit dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara şart koştuğu gibi bize de şart koşmuştur: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık yapmayın, zina etmeyin, çocuklarınızı öldürmeyin, biriniz diğerine büyü yapmasın, size vermiş olduğum maruf herhangi bir hususta bana isyan etmeyin." [Kurtubi Tefsiri, Mümtehine suresi, 12. ayet Tefsiri.]

 

Kurtubi’den rivayet ile şunu anlıyoruz : "Allah kadın-erkek ayrım yapmıyor, birisi erkek diye biatleşip, öbürü kadın diye biatleşmiyor değil."

 

Erkekler nasıl Hz. Peygamber'e bey'at etmişlerse, kadınlar da bey'at etmişlerdir. lbnu Sa'd, Tabakatında, "Hz. Peygamber'in kadınlarla bey anlaşması" adında bir başlık atar ve bu başlık altında çok sayıda rivayetler verir. [İbn Sa’d, c. 8, s. 5 vd.] Mekke'nin fethedildiği gün Hz. Peygamber'e herkes gibi kadınlar da gelerek bey'at etmişlerdi. [El-Halebi, El-Halebi, Ali b. Burhaneddin, İnsanu'l-Uyun fi Sireti'l-Emini'I-Memnun (I-III), Beyrut, 1980, c. 3, s. 43.]

 

Bey' atın sosyo-politik bir akid olarak devlet başkanını seçme, belirleme ve İslam hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme [Kallek, Cengiz, "Biat" md., T.D.V.İ.A, İstanbul, 1992, Il, 121.] olduğunu gözönüne alırsak, kadınların seçme hakkını kullandıklarını söyleyebiliriz.

 

Esasen Kadının siyasi hakları bağlamında asıl tartışma, onun seçilip seçilmeyeceği noktasında yoğunlaşmaktadır. Hz. Peygamber zamanında diğer insanlar için seçilme durumu söz konusu değildir. Zaten Hz. Peygamber devletin başkanıdır. Bu devlet gelişmiş manada kadının seçilmesini gündeme getiren organlara da sahip değildir. Durum böyle olunca hem erkek, hem de kadın cinsi için "seçilmek" kavramı önem kazanmamaktadır.

 

 

Bu noktada tatbiki olarak kadın, Hz. Peygamber döneminde seçilmedi diye, onun seçilme hakkının olmadığını söylemek mümkün değildir. Çünkü bu dönemde erkekler için de durum farklı değildir. Ancak kadının devlet başkanı olarak seçilemeyeceği görüşü Hz. Peygamber'den nakledilen bir hadise dayandırılmaktadır. Buna göre Hz. Peygamber "işlerini bir kadının idaresine bırakan millet asla felah bulmayacaktır" [Buhârî, Meğâzî, 82, Fiten, 18; Tirmizî, Fiten, 75; Nesaî, Kudât, 8; Ahmed b. Hanbel, V/43, 51, 38, 47], buyurmuştur.

 

Ancak bu hadisin yasaklama amacıyla değil, bir vakıayı haber vermek amacıyla söylemiş olduğu ifade edilmektedir. [Söz konusu hadis ve mevzuyla ilgili değerlendirmeler için bkz; Karaman, Hayreddin, "Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi", Islami Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1991, c. 5, sayı 4, s. 290; Beşer, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve ls/am, Nun Yay., Istanbul, 1995, s. 131 vd.] Nitekim hadisin söylenmesine sebep olan İran, idaresine kadını getirdikten sonra başanya ulaşamamış ve Hz. Ömer'in hilafeti zamanında tamamen yıkılmıştır.

 

"Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkarsan kırılır. Mutlu olmak istersen o eğrilikle birlikte kabul et." [Buhârî, Nikâh, 79]

 

Yine burada Peygamberimiz kadını olduğu gibi kabul etmeyi emrediyor, kötü huyları bile varsa öyle sev diyor.

 

"Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse, cennet kapıları ona açıktır." [Buhârî, Miskat, II/202.]

 

Burada kadının cennete girmesinin erkekten daha kolay olduğunu görüyoruz. İslam’da kadının çok az sorumluluğu vardır, tüm sorumluluk erkek üzerinedir.

 

Kadınlar da erkekler gibi iman, itaat ve ibadete muhatap olmakla beraber, bunlardan doğan sonuçlara da sahip olmaktadırlar. [el-Ahzab, 35; et-Tahrim 8, en-Nur, 31; el-Bakara, 25, 82.] Böylece tüm bu gerçekleri ortaya koyan Kur'an, kadına tam bir kişilik kazandırmıştır.

 

Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ, rahmetle nazar ettiğine de azap etmez. (Harâiti) Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiği meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur. [İbni Adiy]

 

“Saliha bir kadın, bin tane salih olmayan erkekten daha hayırlı ve üstündür.” [Vesâil, c. 14, s. 123.]

 

İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır (Hz. Sümeyye). İlk Müslüman bir kadındır (Hz Hatice) Peygamberimizin soyu kızından (Hz Fatıma’dan) devam eder. Hz. Ebubekir’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kuran-ı Kerim, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının (Hz. Hafsa) yanında kalmıştır. O dönemde ise Hıristiyanlar şunu tartışıyordu bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı?

 

Kur’an-ı Kerim’de Nisâ (Kadınlar), Müntehine (İmtihan edilen kadın), mücadele (Mücadele eden kadın), Meryem (Hz. İsa’nın annesi) gibi sure isimleri vardır. Fakat mesela, rical (Erkekler) suresi yoktur.

 

Kadının istediği kişi ile evlenme hakkı vardır: "İbn-i Abbas (r.a.)’ın rivâyetine göre, bir defasında bâkire bir kız Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in yanına gelerek dert yandı. Babasının, kendisini arzu etmediği biriyle evlendirdiğini söyledi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kıza bu evliliği devam ettirip ettirmemekte tamamen serbest olduğunu söyledi." [Ebû Dâvûd, Nikâh, 24.]

 

"Yine dul bir kadın olan Sübey’a el-Eslemiyye’ye iki kişi evlenme teklîfinde bulunmuş ve bu hususta kendisine istemediği kimseyle evlenmesi için baskı yapılmıştı. Bunun üzerine Sübey’a Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelip, olayı anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, onun istediği ile evlenme hakkına sahip olduğunu ifade buyurdu." [İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, c. VII, s. 137.]

 

“Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında otururken, oğlunun biri gelir. Adam çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adam onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz; “Aralarında eşit davranmıyor musun?” diye adamı uyarır.” [Heysemî, el-Müstedrek, c. VIII, s. 156.]

 

Çocuklara eşit davranmaya çok önem veren Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” [Münâvî, Feydu’l-Kadir, c. IV, s. 84.]

 

“Şüphe yok ki, kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir." [İbn-i Hamza, el- Beyân ve't-Ta'rîf, s. 261]

 

"Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler." [Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve İstilahat-ı Fikhiye Kamusu, c. II, s. 73-74]

 

"Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.“ [Tirmizî, Sünen, V, 111; İbn Mâce, Sünen, I, 594, No: 1851]

 

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, evliliğin gözü haramdan koruduğuna ve namuslu yaşamaya vesile olduğuna işaretle şöyle buyurur: "Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin! Çünkü bu, gözü (haramdan) koruyan, namuslu kalmaya yardımcı olan çaredir. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse, (farz oruçlarından başka nafile) oruca (da) sarılsın. Çünkü o (oruç), kendisinin şehvetine ve nefsine hâkim olmasını sağlar." [Müslim, c. II, s. 1019.]

 

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, evleneceklerin, dindarlığı ve ahlâk güzelliğini diğer meziyetlere tercih etmelerini tavsiye etmişlerdir: "Kadınları yalnız güzellikleri için nikah etmeyin!. Muhtemeldir ki, güzellikleri onları ahlâken alçaltır. Onlarla mallarının hatırı için de evlenmeyin! Belki malları kendilerini azdırır. Kadınlarla dindarlıkları yüzünden evlenin! Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın daha kıymetlidir." [İbnü’l-Humâm, Fethu’l-Kadir, s. 343.]

 

İslâm Dîni, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır. Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güveni sağlayacak sağlam bir temel üzerine binâ edilmesi gerekmektedir. Bu temel, dîn ve ahlâktır. Dindarlık yaşlandıkça daha da artar. Ahlâk, zaman ve tecrübelerle daha olgunlaşır. Ahlâk güzelliği, insan için en kıymetli servettir. Asıl güzellik, ahlâk güzelliğidir. Çünkü ahlâkı güzel insan, her yaşta güzeldir. Zenginlik, güzellik, soy-sop gibi insanların çoğunun peşinde koştuğu şeyler geçici olup, evlilik bağının devamını sağlamaz. Üstelik bu özellikler, kibri, ucbu (kendini beğenmeyi), övünmeyi ve ilgi çekmeyi getirmektedir. [Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c. IX, s. 13.]

 

"Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı... Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul. Mes’ûd olursun.." [Buhari, Müslim, c. II, s. 1086.] buyurmuşlardır. Zîrâ erkekler evlenirken umûmiyetle bu dört hususu gözönünde bulundururlar, dindârlığı ise en sona bırakırlar.

 

Nur 31. "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!"

 

Kadının örtünmesi onu aşağılamaz tam tersine onurunu yüceltir. Çünkü kadın bedeni mahrem ve kutsaldır. Değerli olan şeylerin korunması gibi kadın bedeninin de korunması gereklidir. Okullarda kadınlar obje olarak görülüyor, ne kadar açık ise o kadar cinsel obje olarak görülüyor.

 

Gerçekten İslam gelmeden önce kadın, şarap karşılığında rehin bırakılan [EI-lsfehanl, Ebu'l-Ferec Ali b. Hüseyin Kitdbu'/-Egdni, Kahire, 1935-1974, III, 38.], kumar masalarında kumar karşılığı olarak ileri sürülen [Berki-Keskioğlu, Himmet-Keskioğlu Osman, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 415.] bir varlıktı.

 

O, cinsel arzuların tatmininde bir vasıta olmaktan öteye geçmiyordu. Ona, daima kalplerde fitne uyandıran, şehevi arzuları kamçılayan bir varlık olarak bakılıyordu. [Seyyid Kutub Tefsiri, c. 3, s. 122.]

 

Adet halinde olan bir kadınla aynı yatağa yatmazlar, onunla aynı odada durmazlar, birlikte yiyip içmezlerdi. Hatta bu durumdaki bir kadını muvakkaten de olsa evden bile çıkarırlardı. [Çağatay, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1982, s. 133.]

 

Cahiliyye döneminde kadını, özellikle de orta ve alt tabakadaki kadınların namuslarına tecavüz edilirdi. [Çağatay a.g.e, s. 1354 vd.]

 

İslam ise tecavüzü yasaklamıştır. Peygamber efendimiz tecavüzcüyü recm etmiştir. [Tirmizi, Hudud, 22, (1452); Ebu Davud, Hudud, 7, (4379).]

 

Taberi Maide 33 tefsirinde bağsedilen bozguncuların tecavüz eden kişiler olduğunu nakleder. "Yezid b. Ebi Habib diyor ki: "Abdülmelik b. Mervan, Enes b. Malik'e, bu âyetin mânâsının nasıl olduğunu öğrenmek için bir mektup yazdı. Enes de onun mektubuna cevaben şunu yazdı: "Bu âyet-i kerime, Ureyne kabulesinden olan o topluluk hakkında nazil olmuştur. Onlar, İslam dininden çıktılar. Çobanı öldürdüler, develeri sürüp götürdüler. Yol kesip korku saldılar ve Allah'ın haram kıldığı ırza tecüvüz ettiler." [Taberi Tefsiri, Maide suresi, 33. ayet Tefsiri.]

 

"Âyet-i kerime’de geçen "Yeryüzünde fesat çıkarırlar." ifadesinden maksat, Allahü teâlânın yarattığı yeryüzünde mü’min kullarının veya zımmilerin yollarını keserek haksız yere ve düşmanca, onların mallarını alarak onların ırz ve namuslarına edepsizce saldırarak onlara karşı isyan ederler ve bozgunculuk yaparlar." demektir." [Taberi, a.g.e.]

 

Yine ilk hıristiyanların liderlerinden olan "Tertullian", Hıristiyanlık dininin kadınlar hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmektedir; "kadın, insanın kalbine şeytanın girmesini temin etmek için açılan bir kapı demektir. O, Adem'i Allah'ın yasakladığı ağaca sürükleyen bir varlıktır, erkeği aldatmıştır." [Mevdudi, Seyyid Ebu'I-Ala Hicab, çev., Ali Genceli, Hilal Yay., Istanbul, Ts., s. 30.] Böylece o, asli günahın da ilk nüvesini oluşturmuştur.

 

Kur'an-ı Kerim kadını asla potansiyel suçlu olarak görmez. Kur'anda Hz. Adem'i günaha teşvik edenin Havva olduğuna dair en küçük bir işaret bile yoktur. Gerek Hz. Adem, gerekse Havva suçu beraberce işlemişlerdir. [el-Bakara, 35-36; el-Araf, 19-22.] Hatta bu suç sadece Hz. Adem'e bile nispet edilir. ["Şeytan Adem'e vesvese verdi...", Taha, 12] Oysa kadın için tek başına böyle bir nisbet bulunmamaktadır. Esasen Hz. Adem' e hem de Havva'ya vesvese vererek suça teşvik edenin şeytan olduğu da açıkça ifade edilir. [el-Bakara 36; el-Araf, 20.]

 

Eski Yunan'da kadının hemen hemen kölelerle bir tutulduğunu görüyoruz. Koca, karısını istediği zaman dövebildiği gibi, başka birisine armağan olarak da verebilirdi. [Akdemir, Salih, "Tarih Boyunca ve Kur'an-ı Kerim'de Kadın", Islami Araştırmalar Dergisi IV. cilt, 4. sayı, s. 262.] Hürriyeti elinden alınmış, tüm medeni haklardan mahrum edilmişti. Mirasta hiçbir hak iddia edemezdi. Kadının tüm malları erkeğin tasarrufundaydı. Boşanma yetkisi de yalnız ve mutlak olarak erkeğe verilmişti. [Sıbai, Mustafa, Kadının Yeri, Çev., Abdullah Yalçın- Mehmet Yolcu, Akabe Yay., Istanbul, 1988, s. 44.]

 

Kadının ne danışma ile görüşü alınırdı, ne de herhangi bir işe karışma imkanı tanınırdı. Kadın, alım-satım gibi işlemleri velisi bulunmadıkça yapamaz, yarım hektar arpa tarlasına denk bir şeye bile malik olamazdı. Bütün bu esaret hükümleri uzun zaman sürüp gitti. [Ateş, Süleyman İslam'a İtirazlar Kur'an-ı Kerim'den Cevaplar, Kevser Yay., Ankara-Ts., s. 431-432.] Kadın, Yunan zihniyetine göre pis, necis ve şeytani varlıklardan sayilırdı. Kanuni açıdan ise kadın, onların gözünde bayağı bir eşya idi. Çarşı pazarlarda alınıp satılırdı. [Sıbai, a.g.e., s. 43-44.]

 

Şurasını teslim edelim ki, medeni yükselişin ilk devirlerinde kadının toplumsal hayattaki yeri nisbeten düzelmiş, haysiyet ve şerefi iade edilmişti. [Mevdudi, Seyyid Ebu'I-Ala Hicab, çev., Ali Genceli, Hilal Yay., Istanbul, Ts., s. 20.] Ancak zamanla Yunan'da zina revaç buldu. Öyle ki, artık fahişelerizzet ve şeref sahibi oldular. Seks iptilası, her kesimden Yunan halkını istila etti. [A.y., s. 18 vd.] Edebiyat ve sanat adına kültürlerini yansıtan çıplak heykeller yapmaya başladılar. [Sıbar, a.g.e., s. 44 vd.] Ahlak anlayışları o kadar yozlaşmıştı ki, bu yozlaşma hengamesinde "Tanrı" anlayışları bile değişmişti.

 

"Aphrodite" ismini verdikleri güzellik ve aşk ilahesine tapınma sapıklığı, bütün Yunanistan'a yayıldı. Hurafe ve uydurmalarına göre "aphrodite", bir ilahın karısıydı. Bununla beraber ayrıca üç ilahla cinsel ilişkide bulunmuştu. [Mevdudi a.g.e., s. 18 vd.] Görüldüğü gibi kadın, Eski Yunan toplumunda bir seks objesi olmaktan öte bir yer edinememiştir.

 

Roma Devleti'nde de özellikle ilk dönemlerde kadının durumu Yunanlılardan pek farklı değildir. Romalılar kadının durumunu, ne olup ne olmadığını tartışmışlar, sonuçta onun, ruhu olmayan bir şey olduğuna karar vermişler ve bundan dolayı da ahirette herhangi bir mükafata ulaşamayacağını ilan etmişlerdirlü. Kadın pis bir varlık olarak telakki edilmiş, et yememesi, hiçbir şekilde gülmemesi, aksine ağlaması ve konuşmaması gerektiği ifade edilmiştir. Konuşmaktan men edilmesi için ağzına sanki demir kilit vurulmuştur. [Tabbara, Afif, Abdulfettah, Ruhu'd-Dini'l-lslami, Beyrut, 1988, s. 357.]

 

Romalılarda, kız çocukları hor görülüp kendi kaderlerine terkedilirdi. Esasen babanın, çocuklarını kabul etme zorunluluğu yoktu. Aksine çocuk doğumdan sonra onun ayakları dibine konur, eğer çocuğunu kucağına alırsa onu kabul etmiş sayılırdı. Almadığı takdirde çocuk, umumi yerlere veya ibadet edilen yerlere konur. Şayet çocuk erkekse, onu dileyen alır, kız ise o zaman çocuk açlıktan ve susuzluktan güneşin sıcaklığından yahut kışın sağuğundan ölür giderdi. [Sıbai, a.g.e., s. 45]

 

Çin ve Hint gibi Doğu milletlerinde de kadının durumunun pek parlak olduğu söylenemez. Konfüçyüs düşüncesinde karı-koca arasında bağlar vardır, ancak kadının kendi hakları yoktur. [Eberhard, Wolfram, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1987 s. 47.] Çin'de her sene bir sal üzerine bir kız oturtarak onu nehirde batıran ve bu suretle nehir tanrısına kurban veren bölgeler vardı. [A.y., s. 62.] Çin ülkesinde fahişelerle dolu olan fuhuş evleri mevcuttu. Hükümet merkezinde çok fazla fahişeler bulunmaktaydı. Yüksek tabakadan insanlar çok sayıda fahişe satın alır ve bunlardan şarkı ve dans grupları teşkil ederlerdi. [A.y., s. 188.]

 

Eski Hint'te kadının hiçbir hakkı yoktu. Kadının saygıdeğer oluşu, ölen kocasının cesedi üzerinde kendisini yakmasına bağlanırdı. [Berki, Himmet-Keskioğlu Osman, Hz. Muhammed ve Hayatı, DlB Yay., Ankara, 1982, s. 9.]

 

Yahudi mitolojisine gelince; bütün musibet ve felaketierin kaynağı kadındır. Bu düşünce aslında bir mitolojiden ziyade Tevrat'ın kendisinden kaynaklanmaktadır. Tevrat'ta, yasaklanan ağaçtan Hz. Adem'in yemesine sebep olarak Hz. Havva gösterilir. [Tevrat, Tekvin, 3:6.]

 

Hz. Adem için de karısının sözünü dinlediği ve böylece yasaklanan ağaçtan yediği için, toprağın lanetli olduğundan bahsedilir. [Tevrat, Tekvin, 3:17.] Hatta kadının doğum yaparken çektiği acının sebebinin, Hz. Adem'i yasaklanan ağaca teşvik etmesinden kaynaklandığı ifade edilir. Tevrat, Tekvin, 3:16.] Böylece asli günahın temeli Yahudilikde atılmış olur.

 

Yahudilerin her sabah yapmış oldukları duadaki, "Ezeli İlahımız, Kainatın Kralı, beni kadın yaratınadığın için sana hamdolsun" [Okiç, M. Tayyip, İslam'da Kadın Öğretimi, DlB Yay., Ankara, 1984, s.7.] ifadesi, kadın açısından hiç de hayra alarnet olmasa gerektir. Yahudiliğin kadınlara karşı takındığı tavır, ibadet hayatına bile sirayet etmiştir. Bu sebeple kadınlar ibadete iştirak edemezler. Ancak başörtülü olarak seyredebilirler. [Tümer, Günay- Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara, 1988, s. 132.]

 

Bütün bunlara, yahudilerin hayız halindeki kadını evden çıkarttıklarını, onunla beraber yemek yemediklerini, su içmediklerini ve onunla aynı evde oturmadıklarını [Ebu Davud, Süleyman b.el-Eş'as es-Sicistimi., Sümenü Ebf Davud, Beyrut, s. I, 67.] da ilave edersek, yahudilerde kadın anlayışının ne durumda olduğunu daha iyi kavramış oluruz. Kadının bütün musibet ve felaketierin kaynağı olduğuna dair bu Yahudi inancı, daha sonra yahudiler tarafından hristiyanlara aktarılmış [Mevdudi, a.g.e., s. 18.] ve böylece kadın Hıristiyanlık'ta da daha baştan kaybetmiştir.

 

Burada saydılarımızın hiçbirisi İslam’da yoktur.

 

Daha önce zikrettiğimiz gibi kadına karşı işlenen suçlara genellikle ceza verilmezdi. Cahiliyye döneminde kadına her türlü haksız muamele yapılmasına rağmen, bunu önleyen bir müeyyide yoktu. İşte Kur' an bu dengesizliği ortadan kaldırdı.

 

Hz. Peygamber çoğu zaman kadınları takdir etmiş ve onlara iltifatta bulunmuş, hal hatıriarını sormuştur. Bu konudna zenci, beyaz ayrımı gibi, modern dünyanın bile bugün hala uyguladığı insanlık adına utanç verici olan, insan onurunu zedeleyici davranışlar içine de girmemiştir. İbni Abbas'a zenci bir kadını, "cennet ehlindendir" diyerek göstermiş, kadınla bir müddet konuştuktan sonra, onun için Allah'a duada bulunmuştur. [Müslim, c. 4, 1994.]

 

Hz. Peygamber mescidi süpüren zenci bir kadını, artık mescidde göremeyince onu sorup araştırır. Kendisine kadının öldüğü söylenince bunu bildirmeyeniere sitem ederek kabrinin gösterilmesini ister, kadının kabrine gelerek onun namazını kılar. [Buhari, c. 1, 124.]

 

Rahmet Peygamberinin ırk ayırımı gözetmeksizin kadınlara davranışındaki nezaket ve inceliğin, onlara ölümlerinden sonra bile devam ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber kadınların evlerine gider, onları ziyaret eder, orada uyur ve ikramlarını kabul ederdi. O'nun, ziyaretine gittiği kadınlardan biri Abdullah'ın Kızı Şifa idi. [İbnu Abdilberr, el-lstiab fi Esmai'l-Ashab (I-IV), Beyrut, ts., IV, 340; İbnu Hacer, Şihabuddin Ahmet b. Ali el-Askalani, el-lsabe fi Temyizi's-Sahabe (I-IV); Beyrut, ts., IV, 341.] Hz. Peygamber'in ziyaret ettiği kadınlardan bir diğeri de Ümmü Varaka'dır. Resullullah onu "şehide" diye isimlendirmişti. Nitekim hizmetçileri tarafından şehit edilmiştir. [İbnu Sa’d, c. 8, 457.]

 

Allah Resulü hasta kadınların da ziyaretine gitmiştir. Onların hal ve hatırlarını sormuş, teselli etmiştir. Ümmü Saib Resulullah'ın ziyaret ettiği hasta kadınlardan biridir. Hz. Peygamber Ümmü Saib'den hastalığıyla ilgili bilgi alırken onun, hastalığı için "Allah belasını versin" dediğini duyunca, ona hastalığına sövmemesi gerektiğini, hastalığın, körüğün demir pasını giderdiği gibi günahları gidereceğini söyleyerek onu teselli etti. [İbnu Sa’d, c. 8, s. 308; Müslim, c. 4, 1993.]

 

O'nun, hastalığında ziyaret ettiği kadınlardan diğeri Ümmü'l-'Ala'dır. Ümmü'l 'Ala, Hz. Peygamber'in kendisini hastayken ziyaret ettiğini, ateşin altın ve gümüşteki pası sildiği gibi hastalığın da müslümanın günahlarını sileceğini söyleyerek kendisini teselli ettiğini [Ebu Davud, c. 3, s. 184.], adeta onur duyarak anlatmaktadır.

 

Hz. Peygamber kadınlara misafir olduğu gibi kadınlar da onu ziyaret etmişlerdir. Birgün ihtiyar bir kadının önünde durmuş ve onun Hz. Hatice'nin hatırasına kendilerini ziyaret ettiğini söyleyerek, kadına takdirlerini arzetmiştir. [İbnu Kuteybe, Uyunu-l-Ahbar, Kahire 1930, III, 15.]

 

Allah Resulü evine ziyarete gelen kadınlara karşı son derece nazik ve müşfik davranmıştır. İhtiyar bir kadın olan Halid b. Sinan'ın kızı ziyarete geldiğinde Hz. Peygamber onu hoş bir şekilde karşılamış, ikramda bulunmuş, oturması için hırkasını çıkarıp yaymış ve "merhaba kardeşimin kızı" diyerek sohbete başlamıştır. [El-Halebi, Ali b. Burhaneddin, İnsanu'l-Uyun fi Sireti'l-Emini'I-Memnun (I-III), Beyrut, 1980, I, 34.]

 

Hz. Peygamber evine gelen kadınlara o kadar kibar, o kadar müşfik ve yumuşak davranırdı ki, bu durum kadınların kendi yanında daha rahat davranmasına sebep olurdu. Birgün Hz. Peygamber evde kadınlarla konuşurken Hz. Ömer içeri girmek için izin istedi. Ömer'in sesini duyan kadınlar hemen kendilerine çekidüzen vererek örtülerini üzerlerine almaya başladılar. [Hicab ayetinden önce meydana gelmiştir muhtemel.]

 

Hz. Peygamber tebessüm etmeye başladı. Hz. Ömer içeri girince Allah Resulü'ne gülmesinin hikmet-i sebebini sordu. O da, kadınların, kendi sesini duyar duymaz hemen örtülerini üzerlerine almaya çalıştıklarını söyledi. Hz. Ömer de kadınlara, "Peygamber'den değil de benden mi korkuyorsunuz?" diye çıkışınca kadınlar, Hz. Peygamber'in kendilerine davranış biçimini de gözler önüne sererek, "Sen çok daha sert ve katısın, Resulullah ise öyle değil" diye cevap verdiler. [İbn Sa’d, c. 8, s. 181.]

 

Hz. Peygamber kadınların haklarını her fırsatta korumuş, onlara zulüm ve haksızlık yapılmasını engellemiştir. Mahrame kızı Kayle isminde bir kadın, kocası Habib b. Ezher vefat edince kendisine ve kızlarına haksızlık yapılmak istenir. Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber'den kendisine haksızlık yapılmamasını isteyen bir yazı ister. Allah Resulü de böyle bir yazıyı yazdırarak kadına verir ve haksızlığa engel olur. [İbn Sa’d, c. 1, s. 317.]

 

Allah Resulü kadınları cennetle de müjdelemiştir. Dini uğruna işkence çeken ve İslam'ın ilk şehidi mertebesine ulaşan Sümeyye'nin [İbn Hacer, c. 4, s. 334.] de içinde bulunduğu aileyi, cennetle müjdelemiştir. [İbn Hacer, c. 4, s. 335.] Ümmü Süleym cennetle tebşir edilenlerden diğer bir kadındır. [İbn Sa 'd, c. 8, s. 66-67 (Beyrut, 1968); İbn Hacer, c. 4, s. 360.]

 

Ümmü Süleym'in cennetle müjdelenmesine ibret verici bir hadise sebep olmuştur. Ebu Talha henüz müslüman olmadan önce Ümmü Süleym'e evlenme teklifinde bulunur. Ümmü Süleym, Ebu Talha'yı çok zengin olmasına rağmen müslüman olmadığı gerekçesiyle geri çevirir ve "Müslüman olman şartıyla seninle evlenirim. Senin müslümanlığın benim merhem olsun. Başka birşey istemem", diye ilave eder. Bu cevaptan etkilenen Ebu Talha müslüman olur. [İbn Sa 'd, c. 8, s. 426 (Beyrut, 1968); İbn Hacer, c. 4, s. 461.] İşte bu Ümmü Süleym hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurur, "Cennete girdin, önümde bir ses, bir de baktım ki Rümeysa (başka bir adı) ..." [İbn Sa 'd, c. 8, s. 430 (Beyrut, 1968).]

 

Kadınlar, Resullullahtan gördükleri bu büyük merhamet, şefkat, nezaket ve anlayıştan, daha da önemlisi şahsiyetlerini O'nun sayesinde kazanmalarından ötürü olmalı ki, "Peygamber bize bizden daha merhametlidir" demişler ve şükranla onu yad etmişler, vefatıyla da derin üzüntü duyarak ağlamışlardır. Hz. Peygamber için söyledikleri mersiyelerde Onun kendileri için bir umut olduğunu, kendilerine asla kaba davranmadığını, aksine hep iyilikte bulunarak rahmetle muamele ettiğini ifade etmişlerdir. [İbn Sa 'd, c. 2, s. 328.]

 

Kocanın karısına, kadının da kocasına bakması ve gözgöze gelmesiyle Allah'ın da onlara rahmet nazarıyla bakacağını, erkeğin karısının elini avucuna almasıyla ikisinin de günahlarının parmakları arasından dökülüp gideceğini ifade eder. [El Münavi, Muhammed Abdurrauf, Feyzu'l-Kadir Şerhu'l-Camiu's Sağir, Beyrut, ts. Il, 333.]

 

Esasen Hz. Peygamber Kur'an'ın, "Kadınlarla iyi geçinin" mesajının en mükemmel derecede uygulayıcısı olmuştur. O, hanımlarına yumuşak davranan müşfik bir eş, onlara karşı son derece güleryüz ve tebessüm gösteren [El-Münavi, a.g.e., V, 125.] bir hayat arkadaşı olmuştur. Hanımlarının yanına geldiği zaman herbirine selam verir ve hal-hatırlarını sorardı. [Müslim, c. 2, s. 1046.]

 

Hatta her hanımını tek tek dolaşır ve öper böylece gönüllerini hoş tutmaya çalışırdı. [İbn Sa’d, c. 8, s. 170.] Allah Resulü, kişiye güç yetiremeyeceği bir görev verilmemesi gerektiğini, şayet verilirse o kişiye mutlaka yardım etmek lazım geldiğini söyleyerek [El Tebrizi, c. 2, s. 1000.] ev işlerinde hanımlara yardım etmenin yolunu açar. Kendisi de hanımiarına fiilen yardımcı olur.

 

Hz. Aişe'ye, Resullulah'ın evde ne yaptığı, nelerle meşgul olduğu sorulunca şöyle cevap verir: "Allah Resulü evde ailesinin işlerini yapar, namaz vakti gelince de namaza giderdi. [Buhari, Edep, 6039.] Hz. Peygamber'in, hanımlanyla muhabbeti oldukça ileri derecedeydi. O, hergece hanımlarını, o gece yanında kalacağı karısının evinde toplar ve sohbet ederdi. [Müslim, c. 2, 1084.] Bazı akşamlar birlikte yemek yerlerdi.

 

Hz. Peygamber, hanımlarını kendisinden daha fazla düşünürdü. Birgün eşi Huyyey'in kızı Safiye ile birlikte deveden düşmüşlerdi. Ebu Talha hemen Hz. Peygamber'e yardıma koştu. Ancak O; kendisini bırakmasını, hanımıyla ilgilenmesini söyledi. [İbn Sa’d, c. 8, s. 124.] Yine ağlayan Safiyye'nin gözyaşlarını kendi eliyle silmişti. [El-Heyseml, Nudiddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu'z-Zevaid ve Menbau'l-Fevaid, Beyrut, ts., IV, 320.]

 

Allah Resulü hanımlarının fikirlerine de değer verir, bazı zamanlar onların görüş ve düşüncelerini de alır, hatta aldığı bu görüşlere göre hareket ederdi. O, kızı Zeynebi Hz. Hadice'nin isteği üzerine Ebu'l-As' ile evlendirmiştir. [El-Heyseml, Nudiddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu'z-Zevaid ve Menbau'l-Fevaid, Beyrut, ts., c. 9, s. 213.]

 

Hudeybiye antlaşması yapıldıktan hemen sonra antlaşmanın müslümanların zararına olduğunu düşünen ashab, Hz. Peygamber'in Medine'ye dönme emrine uymakta gönülsüz davranınca, eşi Ümmü Selerne kendisine, nasıl davranması gerektiğine dair fikir vermiş ve O da bu fikir ve görüşe göre hareket etmiştir. [El-Vakıdi, Ebu Abdillah Muhammed b. 'Umer (207). Kitilbu'l-Megazi, London 1966, Il, 613.]

 

İslam Peygamberi, kadının horlandığı, ezildiği, ancak lütfen insan sayıldığı bir zamanda, hanımlarının kendisiyle fikren tartışabileceği bir zemin hazırlamış, onların kendi görüşlerini özgürce ifade edebileceği bir ortam oluşturmuştu. Allah Resulü bizzat kendisinin oluşturduğu bu zeminlerde hiçbir zaman hanımlarına kızmamış, bağırmamış, söz konusu tartışmalarda peygamberlik makamını kullanarak onları hiç mi hiç susturmamış, böylece hanımlarının hür iradeleriyle düşüncelerini ortaya koymalarına imkan hazırlamıştır.

 

Konuyla ilgili şu hadise gerçekten ilgi çekici ve bir o kadar kadın anlayışı bakımından ibret vericidir; "Hz. Peygamber'le eşi Hz. Aişe arasında bir tartışma meydana geldi. Tartışma uzayıp gitti ve bir sonuç ortaya çıkmadı. Neticede aralarındaki tartışmalı mevzuyu halletmek için Hz. Ebu Bekir'i hakem yaptılar. Ebu Bekir gelince Hz. Peygamber Aişe'ye hitaben "önce sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi konuşayım?" dedi. Hz. Aişe, "Sen konuş, ama doğruyu söyle", dedi. Bu söze çok canı sıkılan Hz. Ebu Bekir, "Allah Resulü hak ve doğrudan başka ne söyler" diyerek kızı Aişe'ye bir tokat vurarak ağzını kanattı. Tokadı yiyen Aişe hemen Allah Resulü'nün arkasına kaçtı. Allah Resulü ise Ebu Bekir'e, "Biz seni dayak atman için değil, hakemlik yapman için çağırdık" buyurarak hanımına sahip çıktı." [Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, lhyau Ulûmi'd-Din, Mısır, ts., Il, 43.]

 

İslamın, kadının fikir ve düşüncelerine itibar etmediğini, ona düşüncelerini iade etme hakkını tanımadığını iddia edenler, zikrettiğimiz bu ve benzeri gerçeklerden sonra neler söyleyecekler doğrusu merak ediyoruz. Şunu da ilave etmek gerekir ki, Allah Resulü'nün bu yöndeki uygulamaları ortaya çıkarılıp, iman sahibi insanımızın önüne sunulduğu takdirde onlar, islam hakkında menfi iddialarda bulunanlara sadece gülüp geçeceklerdir.

 

Hz. Peygamber kadınların eğitimine de büyük önem vermiştir. Onun, kadınların eğitimlerini sağlamak için gerekli tedbirleri aldığını söylememiz mümkündür. İslam dini ilim talebiyle ilgili teşviklerini, kadın-erkek ayrım yapmaksızın bütün müslümanlara yöneltmiştir. [El-Münavi a.g.e., c. 4, s. 267.] İslamda kadının öğretim görmesinin yasak olduğunu ifade eden hiçbir delil olmadığı gibi kadın, pozitif ilimler de dahil, herhangi bir ilimde uzmanlaşmak isterse ona engel de olunmaz. [Mevdudi, a.g.e., s. 359.]

 

Allah Resulü, kişinin eli altında bulunan bir köle kızı güzelce terbiye etmesi, ona eğitim vermesi sonra da hürriyetine kavuşturup onunla evlenmesi halinde iki sevap alacağını ifade buyurmuştur. [Sahih-i Müslim, Îman 70 (241).] "Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." [Buhari, Talak 25, Edeb 24; Müslim, Zühd 42, c. IV, s. 2028.] "Üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını." [İbn Mâce, Edep, 3.]

 

Bütün bu ifadeler kadınların eğitimini sağlamaya yönelik tedbirler olarak değerlendirilmelidir. Esasen İslam, kadınların eğitimini devlet başkanına bir vazife olarak yüklemektedir. Buhari, sahihinde, "Devlet başkanının kadınlara öğüt vermesi ve onları öğretmesi" isimli bir başlık atmış ve bu başlık altında peygamberimizin kadınlara vaz ettiğinden ve bazı dini meseleleri öğrettiğinden bahsetmiştir. [Buhari, c. 1, s. 35.]

 

Hatta Allah Resulü, kadınlara bir gün tahsis etmiş ve o günde onlara ilim öğretmiştir. O'nun bu uygulaması da kadınların eğitimi için alınan tedbirler cümlesinden zikredilmelidir. Ayrıca Hz. Peygamber'in kadınlara tahsis ettiği bu günle birlikte, bayanlara mahsus ilk dini okulun fiilen kurulmuş olduğu söylenir. [Okiç, M. Tayyip, İslam'da Kadın Öğretimi, DlB Yay., Ankara, 1984, s. 27.]

 

Hz. Peygamber'in kadınlara mahsus verdiği dersler, toplu haldeki kadınlar için geçerlidir. Yoksa ferdi olarak kadınlar O'na her an gelip bilgi istemekte tereddüt etmezlerdi. [Okiç, M. Tayyip, İslam'da Kadın Öğretimi, DlB Yay., Ankara, 1984, s. 28.] Hz. Peygamber'in kadınlara mahsus verdiği bu özel ders, onların mescidde erkeklerle birlikte dinledikleri genel derslerden ayrı ve ilave bir uygulamadır. [Abdulhalim Ebu Şukka, Tahriru'I-Mer'eh fi 'Asri' r-Risaleh, Kahire, 1995, II, 205.]

 

Hz. Peygamber Kur'an-ı Kerim ayetleri indikçe onları erkeklere okuduğu gibi kadınlara da okurdu. [İbn İshak, Muhammed, Siretü İbni İshak, Konya, 1981, s. 128.] Bu uygulamanın bir neticesi olmalı ki, Ümmi Varaka Kur'an-ı ezberlemişti. [İbn Sa’d, c. 8, s. 457.] Hz. Peygamber'in bu teşvik ve faaliyetlerinden hareketle kadınlar bu zamanda büyük bir eğitim-öğretim faaliyetlerine kendilerini vermişlerdir. İslamiyetten önce de okuma-yazma bilen Abdullah'ın kızı Şifa isimli kadın sahabi bunu daha sonra birçok müslüman kadına öğretmişti. [Okiç, a.g.e., s. 23.]

 

Hz. Peygamber zamanında kadınların sosyal hayata fail bir şekilde katıldıklarını görüyoruz. Esasen Tevbe suresinin 71. ayeti, kadınların toplumsal hayatın içinde yer almalarını gerektirmektedir. Söz konusu ayet şöyledir: "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin yardımcısıdırlar. İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları, muhakkak surette Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah azizdir, hakimdir."

 

Eğer müslüman kadınlar toplumsal hayatta yerlerini almazlarsa nasıl ve nerede mü'min erkeklerle yardımlaşacaklardır. Kimlere ve nerede iyiliği emredecekler, kimleri ve nerelerde kötülüklerden alıkoyacaklardır? Şayet İslam kadınları medeniyetin içinden soyutlanacak olursa, bütün bu sorular muallakta kalacak, en azından ayetin hiç de kastetmediği bir daraltılışla "bütün bunları ailede yapacaktır" cevabı verilecektir. Oysa söz konusu ayet, kadının hakir görülüp horlandığı ve toplumsal hayata iştirak için ehil kabul edilmediği bir dünyada gelerek, ona sosyal hayatla ilgili hakların verilmesi konusunda açık bir delil olmuşur. [Bu uydurma sözle ilgili geniş bilgi için bkz: Canan, lbrahim, Hz. Peygamber'in sünnetinde Terbiye, Tuğra Neşriyat, Istanbul, ts., s. 352. vd.]

 

Bundan dolayıdır ki Asr-ı Saadet'te kadınlar sosyal hayatın bütün icaplarını başarıyla yerine getirmişlerdir. Kadınların bu dönemde ticari hayatla ilgilendikleri görülmektedir. Ticaretle aktif olarak uğraştığı anlaşılan Kay le el-Enmariyye isimli müslüman bir kadın, alış-veriş konusunda Hz. Peygamber'le yaptığı bir görüşmeyi şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.v.) umrelerinden birinde ihram'dan çıkmak için el-Mesve'ye geldi. Bastonuma dayanarak onun yanına gelip oturdum ve şöyle dedim; "Ey Allah'ın Resulü! Ben ticaret yapan bir kadınım. Bir malı almak istediğim zaman, almayı düşündüğüm fiyatın altında bir fiyat söyler, sonra da düşündüğüm fiyata kadar yavaş yavaş fiyat artırırım.

 

Bir malı satmak istediğim zaman ise o mala satmak istediğim fiyatın üzerinde bir fiyat isterim, sonra düşündüğüm fiyata inineeye kadar fiyatı indiririm." Bunun üzerine Allah Resulü bana şöyle söyledi; "Ey Kayle! Böyle yapma, birşey alacağın zaman, satıcı versin vermesin, düşündüğün fiyatı vererek müşteri ol. Bir malı satacağın zaman da, satılsın satılmasın, satınayı düşündüğün fiyatı iste". [İbnü'l-Esir,İzzeddin Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed, Üsdu'ş-Gabe fi Ma 'rifeti's-Sahabe, Kahire, 1970, VII, 254.]

 

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ticaret yapan kadınlara ticaret ahlakını da öğretmiştir. Mekke'de kadınlara makyaj yaparak kuaförlük mesleği icra eden Besre isimli bir kadının bulunduğu ifade edilmiştir. [İbn Hacer, c. 4, s. 252.] Hatta Ümmü Raile el-Kuşeyri isimli bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek makyajcılık yaptığını, kadınları kocaları için süslediğini söylemiş ve yaptığı bu işin günah olup olmadığını sormuş, eğer günahsa bu işten vazgeçeceğini ifade etmiştir. Hz. Peygamber de, "kocaları için bunu yap" [A.y., IV, 450.] buyurmak suretiyle, sadece onaylamamış aynı zamanda kadını bu işte çalışmaya teşvik etmiştir. Ayrıca o dönemde kadınların, makyajı kocaları için yaptığı anlaşılmış olmaktadır.

 

Asr-ı Saadet'te ticaretle uğraşan kadınlar arasında, "attare" yani parfüm satıcısı olarak meşhur olmuş Tuvyet kızı Havle isimli kadın da zikredilebilir. [İbnu’l-Esir, c. 8, 75-76.] Hz. Peygamber döneminde kadınların, tıp alanında çalıştıkları da anlaşılmaktadır. Asıl adı Nüsebye olan Ümmü Atiyye'nin hastaları tedavi eden bir hekim olduğu söylenmektedir. [Ez-Zebidi, Ahmed b. Ahmed b. Abdillatif, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, çev. ve şerh. Ahmed Naim- Kamil Miras, DIB Yay., Ankara, 1985, XI, 199.] Hz. Aişe'nin diğer birçok ilmin yanısıra tıp bilgisine sahip olduğu da ifade edilmiştir. [Taberani, el Kebir, 23/182; Müstedrek, 4/11 , Müsned, 6/67.] Hatta onun bu ilimde de asrının önde gelenlerinden olduğu vurgulanmıştır. [Ez-Zerkeşi, a.g.e., s. 56.]

 

Abdulmuttalib kızı Safiye'nin azatlısı olan Selma ne zaman Resulullah yaralansa, hemen onu iyileştirmek için kendi usulüne göre tedavi metodu uygulardı. [İbn Hacer, c. 4, s. 333.]

 

Kuaybe bintu Said el-Eslemi isimli bir kadının mescidde hasta ve yaralıları tedavi ettiği bir çadırının olduğunu söylenmektedir. [İbn Hacer, c. 4, s. 396.] Yine Ensar'dan Rufeyde adında sahabi bir kadının Hendek savaşı sırasında hasta ve yaralıları tedavi etmek üzere mescidde çadır kurduğunu öğreniyoruz. Hatta Hz. Peygamber, Sad. b. Muaz yaralandığında tedavi edilmesi için onun Rufeyde hamının çadırına götürülmesini emreder. [İbn Hacer, s. 4, s. 302-303.]

 

Diyebiliriz ki, bu iki kadın hekimin tedaviye açtığı çadırlar, basit de olsa İslam tarihinin ilk hastaneleridir. Kadınların Hz. Peygamber döneminde siyasi alanda da vazife gördüklerini söyleyebiliriz.

 

Görüldüğü gibi. Hz. Peygamber kadına kişilik sahibi bir insan olarak yaklaşmış, hatta o kişiliği ona bizzat kendisi kazandırmıştır. Onun döneminde kadınlar hayatın içinde yer almışlar, bazen kendisiyle sohbet etmişler, bazen görüşlerini ifade etmişler, kimi zaman da kabiliyetli oldukları meslekleri icra etmişler, ama herhalde toplumsal hayatın ayrılmaz iki unsurundan biri olmuşlardır.

 

Kendilerine bütün bu imkanlan sağlayan da Hz. Peygamber olmuştur. Kadınlar da kendileri lehine yapılan muazzam inkılabın mimarı, Hz. Peygamber'e vefalarını her zaman göstermişler, savaşlarda kendi yakınlarından çok O'nu korumuşlar, O'na olan derin sevgilerini, "Allah'ın Resulü sağ ya, artık bundan sonraki her musibet önemsizdir" [El-Vakıdi, a.g.e., c. 1, s. 613.], "Seni sağ gördüm ya ey Allah'ın Resulü, artık musibetlerin önemi yoktur" [A.y., I, 315-316.] diyerek ifade etmişlerdir.

 

Yine bu konuda şunlar okunabilir :

 

  1. https://darulkitap.kuranikerimde.com/fikih/v2/islamda-kadin-haklari/1.htm#_Toc135313844

 

  1. https://darulkitap.kuranikerimde.com/fikih/v2/islamda-kadin-haklari/2.htm#_Toc135313844

   
Alıntı

Başa dön tuşu